Çeçenya 2010 – 3
-3-
“Son 20 Yıllık Sürecin Kısa Kronolojisi ve Geçmişe Eleştirel Bir Bakış”
– 1996 Barışı / 1999 Rus İşgali ve Sonrası –
1996 Ağustos ayında yapılan anlaşma üzerine Rus birlikleri 5 Ocak 1997 de Çeçen topraklarından çekildi. Çeçen Devleti 27 Ocak 1997’de yeniden seçimlere gitti, uluslararası gözlemciler nezdinde yapılan Devlet Başkanlığı ve Parlamento seçimlerinde Aslan Meshadov, Çeçen Cumhuriyeti Devlet Başkanı olarak seçildi.
25 Mart 1998 de Çeçen Cumhuriyeti parlamentosu ülkenin adını İçkerya Çeçen Cumhuriyeti başkent Grozny in adını da Dudayevin anısına Coharkale olarak değiştirdi.
26 Nisan 1998 de Şamil Basyevin başkanlığında ilki toplanan Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresinin ikincisi Nisan 1999 da yapıldı. Kongre, İslam şürası kurulmasına karar verdi. Bu oluşum Ruslara Dağıstanı üç ay içinde terk etmeleri uyarısında bulundu. Dağıstan sınırında Ruslar ile Çeçenler arasında tekrar çatışmalar başladı.
15 Haziran 1998 İçkerya Çeçen Cumhuriyeti geçici Başbakanı Basayev, Dünyadaki bütün müslümanların sorunlarını çözecek “İslami Barışı Koruma Tugayı” kurduklarını açıkladı.
15 Temmuz 1998 de Gudermeste Çeçen güvenlik güçleriyle Arap ülkelerinden gelen ülkede Vehhabi olarak adlandırılan radikal silahlı gruplar arasında çatışma çıktı. 50 den fazla insanın öldüğü bu çatışmaları başkan Mashadov sert bir dille kınayarak “dışardan gelen bu kişilerin etkinliklerini artırarak ülkede savaş kışkırtıcılığı yaptıklarını” söyledi. Mashadov, bir hafta sonra kendisine yapılan suikast girişiminden yaralı olarak kurtuldu.
1999 Şubat. Mashadov, saha komutanlarının ve klan (tayp) liderlerinin baskısıyla, “Dudayev döneminde kabul edilen parlamentoyu ve anayasayı” ortadan kaldırarak ülkede “Şeriat” ilan etti.
7 Ağustos 1999 da Basayev ve Hattab’ın Dağıstanda iki köyü ele geçirmesi üzerine Rus Birlikleri operasyonlara başladı. Üç gün sonra İslam şürası, Dağıstan İslam Cumhuriyetinin kurulduğunu açıkladı. (Basayev 2003 yılında yapılan bir röportajında bu konuda kandırıldığını, kendisini Dağıstan’a çağıran Bauddin Magaomedov’u -FSB ajanı olmakla- ihanetle suçladı.)
Eylül 1999’da Rusyanın çeşitli bölgelerinde daha sonra FSB tarafından planlandığı anlaşılan patlamalar gerçekleşti. Rusya patlamalardan Çeçenleri sorumlu tutarak 1 ekim 1999 da tekrar Çeçen topraklarına girmeye başladı. İkinci Çeçen Rus Savaşı Başladı.
Ekim 1999 Birinci savaşın acıları dinmeden ve yaraları sarılmadan ikinci savaşın başladığını gören, Rus bombalarına hedef olmak istemeyen onbinlerce Çeçen sivil ülkeyi terk etmeye başladı. Kasım ayının ortalarında mülteci sayısı 200 bini aşmıştı.
Putin, Çeçen Cumhurbaşkanını tanımadıklarını duyurarak Mashadov’la görüşmeyi reddetti. Ayrıca AKKA hükümlerine Çeçenistanda uymayacağını Avrupa Birliği ülkelerinin itirazlarına rağmen deklere etti. Grozny’de pazar yerine roket saldırısında bulunarak 140 sivilin ölümüne neden oldu. Katliam tüm dünyaca kınandı. Saldırıların durdurulmasını isteyen AGİT yetkilileri, saldırılar karşısında Çeçen sorununun artık Rusyanın iç işi olmaktan çıktığını savundular. Önce Çin, daha sonra da Türkiye, Çeçenlere yapılan müdahalenin Rusyanın iç işi olduğunu açıkladı. Yeltsin saldırılara devam edileceğini açıkladı ve 6 Şubat 2000 de başkent Grozny Ruslar tarafından tekrar ele geçirildi.
30 Mayıs 2000. Yönetim karargahını seyyar hale getiren ve devamlı yer değiştiren başkan Mashadov, “Çeçen kanının artık akmaması ve barış için çok ciddi tavizler vermeye hazır olduğunu” açıkladı.
7 Haziran 2000 Çeçen ve İslam adetlerinde yeri olmayan ilk intihar saldırısı gerçekleşti. İki kadın tarafından yapılan bombalı eylemde 17 Rus askeri öldürüldü.
12 Haziran 2000’de Rusya Başkanı Putin, Çeçen Cumhuriyeti Başkanı olarak Müftü Ahmet Kadirov’un geçici olarak atandığını açıkladı.
13 Ocak 2001 adam kaçırma olaylarının artması üzerine BM Çeçen topraklarındaki tüm çalışmalarını durdurdu.
24 Şubat 26 Mart 2001, Grozni ve çevresinde içlerinde yüzden fazla cesedin olduğu üç toplu mezar bulundu.
23 Nisan 2001 İstanbulda Swissotel, 1996 da Avrasya feribotunu kaçıran eylemcilerde M.Emin Tokcan tarafından basıldı. Bu olay üzerine Rusya, Türkiyede çeçen mücadelesine verilen desteğe dikkat çekerek önlemler alınmasını istedi.
20 Mayıs 2001, Rusya, CIA’nın Gürcistan üzerinden Çeçen savaşçılara destek sunduğunu ileri sürdü.
11 Eylül 2001 Tüm dünyada büyük etkileri olan Amerikadaki ikiz kulelere saldırı gerçekleşti. Batıda, İslamın “Terör” le eş anlamlı kılındığı dönem başladı. Putin, terörizmle Çeçen savaşını bağdaştırdı.
22 Ocak 2002 AB Konseyinden oluşan bir grup parlementer, bölgeye yaptıkları gezide, askeri harekatın büyük ölçüde azaldığını ancak insan hakları ihlallerinin yoğun olduğunu gözlemlediklerini dile getirdi.
19 Mart 2002 Arap asıllı Hattab zehirli bir mektupla öldürüldü.
4 Mayıs 2002 The Marmara Oteli silahlı bir eylemci tarafından Çeçenistana dikkat çekmek iddiasıyla basıldı. Olay üzerine İstanbul’da toplanacak olan Dünya Çeçen Kongresi iptal edildi. Böylece Türkiye ile Rusya arasında olası bir kriz engellendi.
31 Mayıs 2002 Amerika, Powel aracılığıyla “Ruslar Çeçenistan’da teröristlerle savaşıyor” açıklaması yaptı.
22 Ekim 2002, Çeçen eylemciler Moskova’da bir tiyatroya baskın düzenleyerek 800 kişiyi rehin aldılar. Rusların kurtarma operasyonunda kullandıkları kimyasal gazlar 120 kişinin ölümüne yol açtı.
5 Ekim 2003 de ülkede kalan Çeçenler sandık başına gittiler. Hacı Ahmet Kadirov devlet başkanı seçildi. 9 Mayıs 2004’de II.Dünya Savaşının sona ermesi kutlamalarında yapılan suikastte Hacı Ahmet Kadirov hayatını kaybetti. Suikasti Basayev üstlendi. 29 Ağustosta yapılan seçimlerde Ali Alhanov devlet başkanı seçildi.
13 Şubat 2004 de Yandarbiyev, Katar’da öldürüldü.
1-3 Eylül 2004 tarihinde Kuzey Osetyanın Beslan kentinde Çeçen eylemciler tarafından bir okula yapılan baskında Rus güvenlik güçlerinin operasyonları sonucunda 200 çocuk hayatını kaybetti. Mashadov olayın Çeçenlere mal edilemeyeceğini açıklamasına rağmen Basayev olayı üstlendi. Basayev, Rus gazeteci Andrei Babitsky’e verdiği ropörtajda, “bilinçli olarak” masum çocuk ve kadınların ölümüne neden sebep olduğu sorulduğunda, Rusya’nın “resmi olarak” öldürdüğü 40 bin Çeçen çocuğu hatırlattı. Basayev’in bu ropörtajı Amerika’nın ABC kanalında yayınlandı.
1 Şubat 2005’te Mashadov Rusya ile ateşkes istedi ancak Basayev bu çağrıya katılmayacağını açıkladı. Ruslar ise teröristlerle masaya oturmayacaklarını belirttiler.
6 Mart 2005. Mashadov öldürüldü. Yerine Abdulhalim Sadullayev geçti. Sadullayev amacının, “cihadı tüm Kafkasya’ya yaymak, Kafkas halklarını bir araya toplamak” olduğunu açıkladı.
13 Ekim 2005. Kabardey Balkaryanın başkenti Nalçik’e baskın yapıldı. Bu operasyonu Çeçenistan ordusuna bağlı mücahidler ile Kabartay-Balkar’da bulunan Yarmuk Cemaati mensubu mücahidlerin düzenlediğini açıklayan Basayev ve Abdulhalim Sadullayev olayı üslendiler.
17 Haziran 2006. Abdulhalim Sadullayev Argun kentinde öldürüldü. Yerine Dokka Umarov geçti.
10 Temmuz 2006. İnguşetya’nın Ekazevo köyünde askeri bir konvoyda seyreden Basayev, Rusların konvoya yerleştirdiği patlayıcının infilak etmesi sonucu öldü.
16 Nisan 2009. Rusya, Çeçenya’da yürüttüğü antiterör operasyonu’nun bittiğini açıkladı
Bu dönem aynı zamanda (ne yazık ki) tüm dünyanın “Çeçen” adı ile “Terör” kelimesini bir arada kullandığı bir süreçti. Bu bağlamda, dönemin günümüze kadar devam eden ve ilk planda hatırlamamız ve tahlil etmemiz gereken bazı başlıkları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Atavatan’ından ayrılmış dördüncü ve beşinci kuşak nesiller olarak Çeçenya ile 1990’lardaki bağlarımız kurulduktan sonra, karşılaşılan olaylar, bu olayların karışıklığı ve hızlı değişkenliği birçoğumuzun fikri açıdan “genel panoramayı göremeden, detaylar içinde kaybolmamıza” da neden oldu. Bağımsızlık ilanı ve savaş sürecinde ilk andan itibaren, göz ardı ettiğimiz veya üzerinde şuurluca düşünemediğimiz bir gerçeğin sonradan farkına vardık.
“Dünya da hiçbir devlet, başka devletler tarafından tanınmadığı sürece meşru olamaz ve kuruluşunu tamamlayamaz”. Bu nedenle küçük devletler oluşumlarına başladıkları süreçte, tüm dünyaya varlıklarını kabul ettirmek istiyorlarsa, çok akılcı, uzlaşmacı ve gerçekçi adımlar atmak zorundadır. Bu adımlar temel olarak, uluslararası kabul gören temel hukuk nizamlarına uygun bir şekilde atılmalıdır. Dünya devletleri ise eğer bölgede gizli emelleri yoksa, yeni kurulan devleti kendi çıkarlarına ters düşmeyecek, varlığına tehdit oluşturmayacak bir yapıda ise kabullenebilir. Küçük toplumların bu nedenle “haddini bilecek şekilde” hareket etmesi zorunludur. (Aksi takdirde “büyük balık küçük balığı daima yutar”). Tarih, bazen da “zaferlerle” kazanılmış hakların, masada kaybedildiğini gösteren acı örneklerle doludur. Çünkü “Devlet”ler, sadece zaferlerle değil, tarihi rastlantılardan yararlanılarak yapılan özenli politik hamlelerle ve ekonomik yapılanmayla kurulabiliyor.
- Dudayev önderliğinde gerçekleşen I. Savaş tüm Çeçen halkının desteklediği ve tek bir komutadan idare edilen milli bir direniş örneği idi. “Saf bağımsızlık özlemi” Tüm dünyada saygı ve sempati uyandırmıştı. Bugün gönüllerde yer alan birçok komutan ve şahsiyet o savaştaki çabalarıyla tanınmışlardı. Bu insanlardan bazılarının daha sonraki dönemlerde yaptıkları fiiliyatların sebep ve sonuçları üzerine şu anda ayrıntılara inerek konuşmak abesle iştigal olur. Ancak, yakın tarihin önemli şahsiyetleri hakkında konuşmak bir tabu haline dönüştürülmemeli ve kimse de kutsal hale getirilmemelidir. Sonuçta “insanlar” dan bahsediyoruz.
- Bu dönemde yapılan “Moskova’daki tiyatro baskını” ve “Beslan’daki rehine eylemi” –sebebi ve amacı asla meşrulaştırılamayacak– terör hareketleri olarak mazlum Çeçen halkının üzerine bulaştırılmıştır. Bu noktada açık yüreklilikle ve net olarak dile getirmek gerekir ki: Sadece insani açıdan değil İslami açıdan da “Terör” lanetli bir olgudur. Mağdur tarafından“kısas” olarak dahi yapılamaz, asla savunulamaz hatta hakkında sempati bile duyulamaz. Hele, o biçare canlı bombalarla “serseri bir mayın gibi” yaptırılan Hasan Sabbahvari eylemler gerçekte acizlik ve çaresizliğin göstergesidir. İnanan bir insanın imani bir davranışı olarak kabul edilemez. Aklıselim sahiplerince de tasvip edilmemesi gerekir. – Çeçenya’ya bu tür intihar eylemleri ithal edilmiştir ve Vaynah kültüründe yoktur. Çeçen, en çaresiz anında ancak Abrek olmuş, elde silah vuruşarak ölmüştür-. Unutulmamalıdır ki: Çeçen halkının tüm dünyaca “terör” lekesiyle bir arada anılmasına neden olacak her hareket, bu halka yapılabilecek en büyük kötülüklerden birtanesidir. Ne yazık ki, bu leke ancak uzun yıllar sürebilecek çabalarla yok edilebilir. (Asıl üzerinde konuşulması gereken konulardan birisi de bu lekeden kurtulmak için neler yapabileceğimizdir)
- 1999 yılında Çeçenya’nın içinde bulunduğu durum hakkında da düşünülmesi gerekir. Gerçekte “İşgal öncesinde” Çeçenya’nın içinde bulunduğu durum içler acısıydı. “Dudayev döneminde kabul edilen parlamento ve anayasa” yürürlükten kaldırılmıştı (SAPLAMA: Böylece bir anlamda, gizlide olsa Dudayev’in oluşturduğu ve geride bıraktığı uluslararası hukuk normlarına uygun devlet mirası da red edilmiş olmamış mıydı?! Aynı şekilde ülkenin adı da 1998 de Çeçenya’nın sadece bir bölümünü kapsayan İçkerya olarak değiştirilmişti. Gerçekte “İçkerya” Çeçen topraklarının tümünün adı olmayıp “sadece bir bölümü”nün coğrafi adı değil midir? Üzerinde düşünmek gerekmiyor mu?). Ülkenin (şeri yasalara dayalı yeniden oluşturulmuş şekliyle) meşruluğu uluslar arası alanda ciddiye bile alınmamıştı. Ekonomisi oluşmamıştı, yatırımlar durmuştu, maaşlar ödenemiyordu, işsizlik had safhadaydı ve buna bağlı olarak rehine alma eylemleri ve her türlü kaçakçılık patlamıştı. İktidara kafa tutan “savaş tecrübeli” silahlı güçler bulunuyordu, devletin resmi yasaları yerine şeri yasalar ön plana çıkarılmıştı, “klancılık” yeniden önem kazanmıştı, kan davaları ve mafya yapılanmaları artmıştı. İnsani yaşam alanları oluşturulamıyordu (trafik düzeni, kentleşme, altyapı, su, elektrik vb) birinci savaşın yıkıntılarının kaldırılamadığı ülke tam bir düzensizlik içerisindeydi imar işleri tamamen durma noktasına gelmişti. Kısacası Çeçenya güvensizdi ve tam bir karmaşanın içerisindeydi. Tüm bu oluşumlardan birisi bile, aslında bir devletin yok olmasına yetecek kadar tehlike arz ediyordu. ( Çeçenya’nın içine sürüklendiği durumunu ortaya çıkaran saikler ne ve kim olursa olsun bu ayrı bir konudur ve ayrı bir tahlil gerektirir. Şüphesiz ki, bu ifadelerden “işgalin” mazur gösterildiği veya buna çalıştığımız gibi bir sonuca da asla varılmamalıdır. Bu şekilde düşünen vebalimizi alır.)
- Çeçenya’da 1999 yılındaki İşgalle başlayan olaylar, uluslararası bağlantıları olan karmaşık bir yapılanmaya sahip, eylemleri hala devam eden, birbirinden bağımsız gruplarca yönetilen bir tür partizan-gerilla savaşına dönüştü. Dudayev dönemindeki kısmen de olsa var olan (sadece kara kuvvetinden) düzenli ordu şeklindeki savaş gücüne karşılık bu dönemde zamanla seyyar karargahları olan farklı komutanlara bağlı yapılanmalar oluştu. İdeal ve hedeflerde yapılan değişikliklerle “işgale uğramış bir vatanı topluca savunma” yerine cepheyi daha da genişleterek savaşı tüm Kafkasya’ya yayma iddiaları, insan, para ve silah kaynaklarının belirsizliğiyle, uzun vadeye yayılan eylemleriyle ve -her an beklenilen- meçhul bir hedefe saldırı gibi taktikleriyle bu güçler hakkında zihinlerde birçok soru işareti oluştu. Adeta tecrit halindeki şahıslara bağlı bu güçler hakkında hala yeterli bir bilgi mevcut değildir.
- Çeçen halkı ilk savaşa gösterdiği toplu katılımı bu savaşa göstermemiş, halkın büyük bir bölümü işgal süresince komşu ülkelerde mülteci olarak yaşamak üzere ülkeyi terk etmiştir. Bu olay üzerinde durmak gerekir. Eğer bir halk, ülkesine yapılan saldırılara karşı vatanını savunmak yerine, savaş alanını topluca terk ediyorsa ilk akla gelecek neden “neslini sürdürebilmek ve yaşamak için uğraş veriyor” olacaktır. (Ki bu son derece doğaldır ve Çeçen halkı için çok gereklidir. Dünyada bu kadar az insanla verilmiş bu kadar büyük bir mücadelenin başka örneği yoktur). Çeçen halkını tanıyan bir kişi ise; “Bu topluca terk etmenin” yok edilme korkusundan daha ziyade, “bezginlik ve savaşa olan inançsızlıktan” kaynaklandığını çok rahatlıkla anlayabilir. İlk savaşta sadece erkekler değil, kadın ve çocukların da ellerine silah alarak yaptıkları bir vatan savunması görüntüleriyle, ikinci savaşla birlikte mülteci olarak yollara dökülen insanların perişan görüntülerini yan yana koyarak göz önüne getirelim. Aynı insanlar, ama iki farklı tepki. Bu farklılığın aslında üzerinde konuşulacak çok detayları var.
- Mülteci olarak Türkiye’de bulunan insanların durumu büyük bir sorun olarak ortada durmaktadır. Türkiye’de mülteci kamplarında yaşayan insanların birçok sorunu yaklaşık on yıldır çözümlenmeden problem yumağı haline dönüşmüştür. Türkiye’de yaşayan bu insanlar yıllardır resmi bir kimlik, barınma, eğitim ve çalışma gibi konularda çözümsüz bir şekilde yaşama uğraşı vermektedirler. Bu acılı insanlara yönelik -adeta birilerinin reklam amaçlı kullandıkları- her türlü çıkar ve amaca açık gayriresmi faaliyet ise sürüp gitmektedir. Sorun daha çok vakıf ve derneklerin ilgi alanına girmiş görünmekte devletin bu konuda çözüme yönelik bir girişimi de bulunmamaktadır. Mültecilerin içinde bulunduğu içler acısı durum, her türlü istismara açık olarak -gerçekte ülkenin bir ayıbı olarak- ortada durmaktadır. (Bu konuda sevgili kardeşim Av.Abdurahman Özdil’in “TÜRKİYE’DEKİ ÇEÇEN MÜLTECİLER (SIĞINMACILAR)” isimli yazısı durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır: “ kafkascecen.org.tr/index.php?module=yazar_yazilari&yazi_no=98” )
- İlk savaşta bulunmuş deneyimli komutanların peş peşe öldürülmesi ile fikri ve tecrübe refleksleri güçsüzleşen, temel fikir ayrılıklarıyla biçimlenen parçalanmış cepheler kaotik bir ortam doğurmuştur. Lider pozisyonundaki kişilerin kısa süreler içinde öldürülmeleriyle onların yerlerine geçen (ve ancak ismi açıklandıklarında tanınan) kişiler farklı amaç ve ilkelerle yeni yapılanmalar oluşturdular. Böylece bir avuç Çeçen halkı “yok olmanın son duraklarından” olan parçalanmışlık sürecini yaşamaya başladı.
- Kafkaslarda ve Çeçenler arasında ilk kez “Vahhabi” söylemi bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu kavramla ilk karşılaşıldığında oluşan şaşkınlık hala devam etmektedir. Vahhabi tarzı düşünce biçiminin birçok açıdan Çeçen kültürü ile büyük zıtlıklar içerdiğini, bu söylemin ilk kez Rus kaynaklı olarak dünya gündemine geldiğini ve 2000 sonrasında bölgeye ulaşan bazı kişilerin “vahhabi tarzı savaş” fikirleriye ortaya çıktıklarını kısmen de olsa biliyoruz. Ancak, bu konunun doğru anlaşılabilmesi için dıştan yapılacak gözlemlerden ziyade bizzat sahada “Çeçenistan kaynaklı” araştırılması ve incelenmesi gerekir.
- İlk savaştan farklı olarak dış dünyaya bu dönemde sağlıklı bilgi ve belge akışı sağlanamamıştır. İlk savaştan yenik olarak çıkan Rusya, kendi aktivizasyon alanına girecek çeçen kaynaklı davranışlardan da yararlanarak çok büyük bir enformasyon savaşına girişmiş, Çeçen devletinin meşru hale gelmesini engelleyici girişimler yapmış, olmasını çok arzuladığı ve kurguladığı savaşı yeniden başlatmıştı. Çeçenya’da bu dönemde gerçekleşen olaylara karşı dünyanın ilgisiz kalması, ülkenin tecrit durumu, enformasyonun daha çok sanal ortamlar üzerinden yapılmasına neden olmuştur. Sağlıklı bir şekilde, ülkede gerçekleşen olaylarla ilgili bilgi akışının kesilmesiyle, “güncelliğini yitirmiş yalan yanlış bilgiler ve sanal ortamlara servis edilen birkaç dakikalık görüntüler” de bu dönemde oluşan kaotik ortamı daha çok beslemiştir. Bu tür doğruluğu teyit edilmemiş (ve belki de asla edilemeyecek) bilgiler ve görüntüler, niyetleri farklı kişilerin elinde farklı amaçlar için kullanılan malzemeler olarak hala insanlara servis edilmektedir. Sanal ortamlarda yayınlanan-yayınladığımız kısa görüntüler tüm dünyanın gözü önüne serilmektedir. Sonuçta yayınlanan her görüntü Vaynah halkının iyi ya da kötü tanıtımını yapmaktadır.
Fikri sorumluluk. E.Yıldır /2010
Buraya kadar anlatılanlar “Çeçenya 2010” hakkındaki tespitlerin, kişisel yorumların ve gözlemlerin anlaşılabilmesi için öncelikle gereken; “Çeçenya’nın bugüne kadar geçirdiği evrelerin bir özet halinde yeniden hatırlanmasına yönelik” bir paylaşma zorunluluğunun sonucunda yazılmıştır. Şüphesiz ki, yaşanılan her olayın zaman içerisinde bir takım sonuçları olur. Bu sonuçları analiz etmek aynı zamanda kişisel bir bakış açısını da ortaya koyar. Ortaya konulan her türlü sonuç ise subjektif bir değerlendirmedir. Asla bir “yargılama” olarak veya objektif bir sonuç olarak düşünülmemelidir. Sağlıklı sonuçlara ise, bu tür bakış açılarının ve kişisel yorumların çoğalmasıyla ulaşılabilir.
Ancak, halkın duygularını okşamayı çok iyi başaran “demagojik vaaz”ları bu yorumlar içinde ele almamak gerekir. Göz boyayıp gurur okşayan, uluorta “ayet ve hadislerle” süslenmiş cümlelerle daldan dala atlayarak laf cambazlığı yapılan yorumlara asla itibar edilmemelidir. Ayrıca her iki cümlenin içine yersiz bir şekilde dini motifler koyarak konuyu ele almak aldatıcı olabilir, aynı zamanda dine de saygısızlıktır. (“Çeçenya’nın Bugünü Hakkında” ve “Çeçenlerin İçinde Bulunduğu Durumun Tahlili” gibi sınırlandırılarak üzerinde konuşulan alan “dünyevi” bir konudur. Şüphesiz ki doğruya sadece ilmi yöntemlerle ulaşılabilir. Bu da “yeri geldiğinde” Kutsal kitabımızdan alıntı yapılmasını da gerektirebilir) Ne yazıktır ki okuma ve düşünme alışkanlığı yeterince olmayan insanlarımız, bu tür kötü vaazlarla inandırıldıkları konulara biat ederek (Sonuçta yaşadığımız çağın bir hastalığı bu) okumadan, araştırmadan, yorumlamadan (ve yorulmadan) fikir sahibi olduklarını sanmaktadırlar. O nedenle, insanlara duyumlara ve başkalarına ait düşüncelere yapılan fikri intisaplar daha cazip geliyor. Konuşulan veya yazılanlarda da anlamından ziyade kullanılan dilin “süslenmiş” cümleleri daha ilgi çekiyor. Böylece; Kültürü besleyen kaynakların günden güne kuruduğu günümüzde, parçalanmış bir ruh haliyle korunan muhafazakarlıkla, ideolojisinin kırıntısının bile oluşmadığı ama kendi değerlerine de dayanması arzulanan bir gelecek özleniyor.!? Temel sorunlardan bir tanesi aslında budur.
Temennimiz o dur ki; Art niyetsiz, demagojisiz temiz dille ve edepli bir üslupla yapılacak yorumlar, ele alınan konu etrafında oluşmuş önyargı ve doğmalardan arınılmasına vesile olsun.
(devam edecek)