Uşurma’nın Ölümü ve Baysangur’un Doğumu

Küçük bir dağ köyü yas havasına bürünmüştü. Birkaç gün önce Çeçenya’ya üzücü bir haber geldi. Dağlıların lideri, Kafkasya imamı, Şeyh Mansur olarak bilinen Şaabaz’ın oğlu korkusuz ve muzaffer lider Uşurma, Savaşta vurulmadı, şehit edilmedi, Şlisselburg kalesi zindanlarında 3 yıl esaretteyken hastalıklardan ve yalnızlıktan öldü.
Bu üzücü haber, Çeçenya’nın her köşesine anında ulaştı. Birbirlerine başsağlığını dileyerek bu haberi ağızdan ağıza, köyden köye, ilçeden ilçeye naklettiler, ta ki bu sabah bu küçük, sıradağları ile çevrili yerleşim yerine ulaşana kadar. Köylüler, yerel yöneticinin casuslarını görünce kaşlarını çatarak, kederli bir sessizlik içinde kendi işlerini yapmaya devam ediyorlardı.
Köylülerden; kimisi önden pulluk itiyor, kimisi çapa ile isteksizce toprağı çapalıyor, bir diğeri elinde kil ile çömlekçi tekerleğine bakıp duruyordu. Çoğu ise evlerinden dışarıya hiç çıkmadı. Herkes uzun yıllarca gençlerine  hürriyet için cesurca savaşmaya ilham olan ve direniş sembolü olan yıldızın sonsuza kadar söndüğünü anlıyordu.
Herkesten en çok üzülen köylü Edi’di. Edi bütün işlerini bırakarak kasvetli, dalgin bir şekilde, topallayarak, köy içinde amaçsızca geziniyordu.
–        Böyle olmamalı. Savaşçılar böyle ölemez. diye kendi kendine söyleniyordu.
Edi’yi; ne ağrılarna neden olan damla (gut) hastalığı, ne olası mahsul kıtlığı endişelendiryordu, ne de dün gece dünyaya gelen ilk çocuğu mutlu edyordu. Edi akşam üzeri yorgun ve bitkin bir şekilde evine döndü. Yaşlı annesini selamlayarak sofraya bakmadan, sobaya bir iki odun atıp, karısının yenidoğan oğlunu emzirdiği odaya geçti. Onları görmezden gelerek  pencereye gitti ve gün batımını izlemeye başladı.
Karısı doğru kelimeleri seçmeye çalışarak fısıltıyla kocasına seslendi:
– Bey! Hepimiz kederliyiz, hepimiz için zor. Tüm Çeçenya ona yas tutmakta.
Edi kaşlarını çattı, ama bir cevap vermedi. Dışarıyı izliyordu. Gözleri alacakaranlıkta bir şeyler arıyordu.
– Ama bu, Allah’ın iradesidir. Bize düşen unutmamak. Eğer insan unutulmazsa o insan sonsuza dek yaşa…
–        Sus kadın!
Karsının fısıltıyla çıkan sesini kesmişti Edi.
-İmamın ölümü değil, ruhumu ve aklımı yaralayan. O bir savaşçıydı; cenk meydanında, elinde kama, dudaklarında savaş naralarıyla bir savaşçı gibi ölmeliydi. Zindanlarda, hücreye kapatılmış vahşi bir hayvan gibi açlık, hasret, eziyet ve çilelerden değil. Ama bu değil, kalbimdeki üzüntünün sebebi. Hiç şüphem yok ki Kafkasya İmamı tarihte hakettiği yeri alacak. Ben başka bir şeye üzülüyorum.
Edi’nin son cümleleri ağzında tevazuyla dökülüverdi. Güneş dağların arkasında yavaşça batarken gökyüzünde ilk yıldızları çıkmaya başlamıştı. Edi, sağlam bacağına basarak karanlık içindeki gökyüzüne dikkatlice bakıyordu, sanki bu alacakaranlıkta umut kıvılcımı görmeye çalışıyordu.
Edi sakince;
– Son güneş ışınları ile bizim halkımızın tarihindeki en muhteşem çağ kapanmış oldu. Uzun bir gece başladı, ve şafak hiç olmayacak gibi.
Edi’nin sesi gitgide sertleşiyordu.
-Yiğitler çağı geçti. Yıpranmış yaşlılar ve savunmasız köylüler, onursuz yöneticiler, tatlı  dilli yalakalar, yalancı vaizler ve satılık imamlar zamanı geliyor. Bu, kadın elbiseli erkekler ve kötü kadınlar zamanı. İkiyüzlü ve alçaklar, acınası köleler ve alçak hainler zamanı.
Edi’nin ses tonu hırlayarak yükseldi.
-En iyiler öldü, en kötüler yaşıyor. Bizim toprağımızda, Urus, kılıcını sallayarak serbestçe geziyor . Mollalar, merkezde yazılan vaazları okuyorlar. Muhtarlar, en yakınlarını ihbar etmek için sıraya giriyorlar. Sahte gururla dolu aptal gençler çar askeri uniformalar içinde gösteriş yapıyorlar. Bizim çocuklarımız ise babalarımızın katillerine hizmet edecekler. Atalarının isimleri ve kahramanlıkları belirsizliğe gömüleceği bir karanlık dönem başlamaktadır. Şafakta duyulan, en iyi oğullarını savaşa çağıran kartal çığlığı artık uyandırmayacak bizi. Keskin çeliğin melodisi kulaklarda çalmayacak, binlerce atın çıkardığı toz girdapları oluşmayacak, en yüksek tepeden savaş çığlığı etrafı inletmeyecek. Bir daha; cesur savaşçıların şanlı kahramanlıkları, sayıca kat kat üstün olan düşman kuvvetleri ile olan şiddetli çatışmaların ve süvari birliklerin cesurca saldırılarıyla yardıkları  sıkı düşman safları hakkında ili* duymacağız. Onurlarını korumak için hayatlarını hiçe sayan ve ölüme gülümseyerek giden yiğitler  hakkında destanlar yazılmayacak. Kimse, artık, bize onurlu yaşamayı, korkusuzca savaşmayı ve cesurca ölmeyi öğretmeyecek. Bir daha özgürlük İçin! çağrısını duymayacağız. Öyle bir çağrı ki, asırlarca atalarımızın kalplerini çılgın bir cesaret ile dolduruyor, onları biraraya getirip durdurulamaz güç haline getirerek, önüne gelen herkesi dehşete düşürüyordu.
Sonunda, Edi derin bir ah çekti, ve tükenmiş bir kap gibi çöktü. Gözlerinden, zar zor farkedilen gözyaşları döküldü.
-Hayır hatun, cesur Kafkasya İmamı’nın yasını değil. Benim zavallı, ezilen, yıpranan ama asla diz çökmeyen Şeyh Mansur ile ölen  Çeçenya’nın yasını tutuyorum.
Bu sözlerinden sonra Edi derin bir sessizliğe bürünerek, arkasında ayın yavaş yavaş yükselmeye başladığı pencereye seyrediyordu.
Sobada yanan odunların sessiz çatırtıları, Edi’nin evinde olduğu gibi tüm köyde de hakim olan yas atmosferini tamamlıyordu.
Eve geldiğinden beri ilk defa yenidoğan çocuğuna baktı.
– Ben biliyorum, oğluma kimin adını vereceğimi!
Pembe yanaklı tombul bebek, annesinin kucağında duruyordu ve henüz tam açılmamış gözleri kırpıyordu. Karısı kocasını incitmekten korkarak çekingen bir ses tonuyla;
-Geç kaldın. Nana**  ismini koydu bile
Edi homurdandı ve tekrar pencereye döndü. Kızgınlıkla:
-Tek istediğim, oğluma bir savaşçının adını vermekti. Büyük bir insanın ismini, çömlekçi ya da debbağın değil. Gerçekten, yiğitlerin çağı geçti.
Edi geceye bakarak bir süre daha sessizliği büründü, sonra iç çekti ve sesini yumuşatarak sordu:
– Peki, adı ne?
Kocasının ruh halindeki değişikliği farkedip biraz mahçup oldu ve farkedilmeyecek bir şekilde gülümsedi. Dolunay, nihayet, ışığı ile karanlık odayı doldurarak gökyüzüne yükseldi. Uzun bir aradan sonra ilk defa kurt uluması geliyordu.

Karısı bebeğe baktı, minik başını okşadı ve sakince cevapladı:

– Onun adı Baysangur.

*İlli : türkü.
**Nana : anne.
İmam Mansur(Asıl adı Şaabaz’ın oğlu Uşurma)(d. 1760 – ö. 13 Nisan 1794), Çeçenya’daki Kafkasya Müridizmi`nin kurucusu ve devlet adamı.
Beno Baysangur (1794 doğumlu, Benoy, Vedensky Bölgesi , Çeçenya – 3 Mart 1861 öldü, Khasavyurt , Çeçenya ) 19. yüzyıl Çeçen komutanıydı. İmam Şamil’in komutanlarından biriydi .
Musa Isaevich, 15.03.2018

Türkçe’ye çeviren : Abubakar KHADZHIEV

You may also like...

2 Responses

  1. Tuncer ARI dedi ki:

    Allah rahmet eylesin, onlar güzel atlara binip cennete gittiler inşallah, ama Çeçenlerin özgürlük ruhu hiç bir zaman ölmeyecek. Bir vakit gelecek bir yiğit çıkacak, kartalları anlayacak, kurtlardan ilham alacak , milletin içerisindeki ateşe bir üfleyecek, özgürlük meşalesi yeniden kafkasyayı yakacak.

  2. Mehmet Durmuş Durmaz dedi ki:

    Rabbim mekânı Cennet eylesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir