Sahar Solta

Sabah güneşinin, gümüş renkli huzmeleri ortalığa yayılıp toprağı ısıtmaya başlarken ve yeni bir günle birlikte yeni umutları fısıldarken, kabak sarısı renkli Dişnuo Viedın otobüsü ortalığı toza bulayarak gelip durağa yanaştı. Otobüsün şoförü Sahar Solta bir kedi çevikliği ile aşağı atladı ve doğru bilet gişesindeki kızın yanına gitti. Kısa bir süre sonra elinde kâğıda sarılı küçük bir paketle dışarı çıktı. Bütün sevimliliğini ve çevikliğini takınarak yolculara seslendi.

-Hadi şehre gelenler binsin otobüse, aşağı gidiyoruz diyerek otobüsün ön kapısını açıp kapıya dikildi. Yolcular kapıya yöneldi. Biletli olanların biletlerini, olmayanlardan da para alıyordu. Biletli yolculardan pek hoşlanmıyorduysa da para uzatanları çok seviyordu. Her para uzatılışında gözleri bir başka ışılıyordu Sahar Solta’nın. Bu gün ne iyi ki biletli yolcu sayısı azdı.  Bu; cebine daha çok para girecek demekti. O dünden biletçi kıza iyice tembihlemişti.

-Exa-Bika, Allahaşkına ne olur altı koltuk bileti eksik satsan. Sana gelirken bir kilo elma getiririm.

Biletçi kız bir kilo elma almanın altı bilet satmaktan daha akıllıca olacağını düşündü.

Yolcular yavaş yavaş otobüsü doldururken sıra bana geldi. Sahar Solta beni görünce bütün yüzüne bir gülümseme yayılarak;

-Oooo… değerli dostum, sevgili redaktör (gazeteci, yazar demek istiyordu), seni görmek ne güzel. Nereye böyle yolculuk?

“Sölc-ğaal’a  (Grozni) gidiyorum. Biraz işim var da”. Beni gördüğüne çok memnun gibi davranıyordu Solta.

“Sen yukarı çıkmaya bak. Ben hemen ulaştırırım seni gideceğin yere”. İçerdekilere komut verir gibi seslendi.

-Hey millet! Bir yol verin bakalım benim şu çok değerli ahbabıma. Sen şu araya otur diye hemen önden bir yer gösterdi bana.

Gösterdiği yere oturdum. On dakika kadar başka gelen yolcu olur belki diye bekledi. Başka gelen olmayınca da kuvvetli bir besmele çekerek yola koyuldu. Çok geçmeden yolda bir yolcu gören şoförümüz otobüsü tam yolcunun hizasında durdurarak seslendi.

-Hadi çabuk çık yukarı da sıcak sıcak otuz som (ruble) yolla.

-Ben Şela’ya kadar gidiyorum.

-Tamam 2 tüm (1 tüm=10 som) kaydır bu yana öyleyse.

Tekrar yola koyulduk. Otobüsümüz aşağı meyilli yolda biraz hız kazanınca şoför kontağı kapattı.

-Hayrola bir arıza mı var? Kontağı neden kapattın?

-Hayır, bir arıza yok. Benzinden tasarruf etmek gerek. Paracıklar boşa gitmesin. Sudan toplamıyoruz ya. Gittiği yere kadar gitsin bakalım. Her zaman böyle giderim ben diyerek kurnazca gülümsedi.

Kırmızı Viedan a kadar rampa aşağı gidiyoruz. Otobüsümüz giderek hızlandı. Yol kenarında bekleyen birini görünce hemen duruyor ve yolcuyu alıyoruz. Kırmızı Viedan’ı geçinceye kadar üç dört kez durup yolcu aldık. Bekleyen bir yolcuyu görünce, bir zamanlar hikâyesi anlatılan Mahma’nın atı gibi duruyor otobüs. Mahma’nın atının hikâyesi aklıma gelince kendi kendime gülümsedim. Gülümsediğimi gören Solta sordu.

-Ahbap neye gülüyorsun sen?

-Bir şey aklıma geldi de ona gülüyorum.

-Bize de anlatsan da bizde gülmekten nasiplensek.

Anlatmaya başladım.

-Bir zamanlar Mahma adında biri varmış. Atına binip yola çıktığında, karşıdan biri rastlarsa; atından inip hal hatır sormadan geçmezmiş. Bir gün acele bir işi çıkmış. Hemen atını eyerlemiş ve çarçabuk atına binip yola koyulmuş. Karşıdan biri gelince at zınk diye duruyormuş. Bir, üç, beş durmuş at. Atını mahmuzlamış Mahma, fakat karşıdan biri rastlayınca yine duruveriyormuş at. Ne yapacağını şaşıran Mahma atından inmiş. “Ey benim atım; sen her rastladığına hal hatır sorarak peşimden gel. Ben gidiyorum” demiş.

“Ha ha ha ha ha” diye güldü. Anlattıklarımdan hiçbir şeyi üstüne bile alınmadı Sahar Solta. Kırmızı Vieadın’ı geçip Elistanca sapağına gelince yol üstünde yanında bir düvesi ile bekleyen bir bâaba (yaşlı kadın, büyük anne) görünce otobüsü durdurdu. Otobüsün durmasıyla aşağı fırlaması bir oldu Solta nın.

-Bâaba, sen nereye gidiyorsun?

-Ben Sirca-evl’a gidecektim. Bu düve yüzünden kimse arabasına almıyor beni. Sen götürsen beni ne çok sevaba girersin bilsen?

-Sen ne diyorsun Bâaba? Ben nasıl götüreyim seni? Bu düveyi ne yapacağız?

-Yiğit şopir (şoför) oğlum, çok uslu bir hayvan bu. Hep elimden yediririm. Elimle beslerim onu. Hiç ürkmeden otobüse de biner.

-İyi de bâaba, otobüsteki insanları ne yapacağız?

-Bir şeycikler olmaz onlara. Ne var bunda? Hiç ömürlerinde bir ineğe dokunmamışlar mı sanki?

-Boşver bâaba. Bu iş olmaz.

-Yiğit oğlum; otuz tüm veririm sana. Ne olur beni burada bırakma.

Otuz tümü duyunca gözleri parladı, neşesi arttı, birden daha bir canlandı Solta. Fırladı gitti, otobüsün arka kapısını açtı. Arkadakilere seslendi.

-Millet biraz yerleşin bakalım. Bu yaşlı kadını burada, bu dağ başında kendi halinde bırakamayız. Bize yakışmaz.

Bir yolcu itiraz etti. “Bâaba gelsin amma bu otobüse inek bindiremezsin.” Birkaç yolcu daha itiraz edenden yana oldu. “Burayı ahır mı sandın sen? Bu ne densizlik? İneği çıkar da kendi yanına oturt.” Fakat Sahar Solta söylenenleri duymuyordu bile. Hayvanı çekiyor, itekliyor, otobüse çıkarmaya çalışıyordu. Şimdiye kadar hiç otobüs yolculuğu yapmamış olan düve dört ayağını germiş, kulaklarını dikmiş otobüse binmemek için direniyor ve bir santim bile yerinden kımıldamıyordu. Sahar Solta kapıya yakın ayaktaki bir genç yolcuya çıkıştı.

-Heykel gibi ne dikiliyorsun orda? Boynuzlarından tut da içeri çeksene ineği.

Ne yapacağını şaşırmış bekleyen delikanlının imdadına demin itiraz eden yolcu yetişti. “Senin ölü yemeğinde yenilesi hayvanı itekleyip durma buraya” diyerek hayvana bir tekme savurdu. Tekmeden ürken hayvan sıçradı, kuyruğunu sallayınca Sahar Solta’nın tam ağzının üstüne vurdu. Kırlara doğru aldı yatırdı. Kendisiyle birlikte ipini tutan bâaba’yı da sürükleyerek uzaklaştılar.

Sahar Solta bir yandan ağzına yediği kuyruğun acısı, bir yandan daha acı gelen otuz tüm paradan olmanın verdiği kızgınlıkla istemeye istemeye direksiyona geçti.

-Bu insanları anlamıyorum. Adamı işini yapmaya bile komuyorlar ki. Ev dolusu çocuklar var. Hepsi gagasını açmış “getirrrr, getirrr” diye çığrışıyorlar. Ne vardı yani, bir düveceğiz otobüse binseydi? Kime ne zararı vardı?

Solta’nın söylenmesi bitmiyordu. Bir yandan da sahibinin sinirli haline eşlik eder gibi uğuldayan motor sesi geliyordu. “Sen bari gürültü etme” diyerek kontağı kapattı Solta. Otobüsümüz Bieni-Koatar dan aşağı hızlandı. İlerde bekleyen iki kadın karaltısı görünce şoförün ayağı kendiliğinden fren pedalını buldu. Bekleyen kadınların hizasına gelince zınk diye durdu. Otobüsün kalabalık olduğunu gören iki kadın binmekte tereddüt etti.

-Ne bekliyorsunuz? Atlayın arabaya.

-Çok dolu değil mi? Sığar mıyız acaba?

-Senin gibi on tane daha sığar buraya. Çabuk çıkın yukarı. Paracıkları da gönderin hemen. Arkadakiler; siz de biraz sıkışın, yer açın binenlere.

Biri arkadan seslendi.

-Nereye sıkışalım? Adam binecek yer değil, nefes alacak hal kalmadı burada.

-Biraz sıkışsan ne olur yani? Sırman mı sıyrılır? Söylenmeyi de kes.

-Sırmam sıyrılmaz amma, abdestimiz bozulacak. (Çeçenler Şafi mezhebindendir. Şafiiler de nikah düşen birine dokunulursa abdest bozulur.)

-Sen ne abdestinden bahsediyorsun ya? Kıble ne tarafta bile bilmiyorsun. Bir sen kalmıştın başımıza imam kesilmedik? Çeneni kapat Alkaş. Sen ne zaman bindin bu otobüse? Bir daha sesini duymayayım. Hırsız kedi gibi atarım seni aşağı yoksa.

-Beni aşağı atmazsan yedi ceddine lanet olsun senin. Hadi at da göreyim seni. Ben buradayım. Bak gör, senin hesabını görürüm ben.

Yaşlıca birinin; “kesin sesinizi ikinizde. Lüzumsuz şeyler konuşmaya utanmıyor musunuz?” diye çıkışması Sahar Soltanın pek işine geldi. Çünkü ağız dalaşını sürdürmek istemiyordu zaten. Karşılık vermediği için tartışma bitti.

Otobüs ağzına kadar dolu olmasına rağmen Sahar Solta yolda bekleyen yolcu gözlüyordu hala. Çok geçmeden dönemeci dönünce yol kenarında bekleyen bir yolcunun yanında durdu. Hemen aşağı atladı. Yolcuyu şoför kapısından yukarı çıkardı. Motor kaputunun üstünü işaret ederek “ şuraya otur” dedi. Başka yolcu rastlamadığı için otobüs Sirca-evla ya kadar boşta geldi. Burada bekleyen hiçbir yolcu yoktu. Bu köyden hiç yolcu çıkmamasına sinirlenen şoförümüz;

-Hayret edilecek bir şey değil mi bu? Koca köyde bir Allahın kulu görünmüyor. Bunların hepsini birden sürgüne mi gönderdiler yoksa? Ne oldu acaba bunlara? Aslında bunları arabaya bindirmeyeceksin. En uzak yolcuları Germicik’e kadar gider bunların diyerek kendi kendine söylenip duruyordu Solta.

Bu esnada bir avlunun cümle kapısı açıldı. Sırtında küfeye benzer bir sepet taşıyan bir kadın aceleyle yola fırladı. Eliyle otobüsün durmasını işaret etti. Hoş, kadın işaret etmeseydi de dururdu ya.

“Yazık, yükü ağır galiba bu kadını almazsak olmaz” diyerek tam? Kadının hizasında durdu Solta. Yolcular bir şey söylemenin bir yararı olmayacağını bildiklerinden olmalı ki; hiç ses etmediler. Otobüsün kapısı açıldı.

-Şopirrr, hey şopir; Evtar dan geçiyor musun

-Evtar dan geçtiğimi hiç gördün mü, duydun mu ey kadın? Şehre gidiyorum şehreee…

-Evtar dan gitmezmisin?

-Gitmem…Gitmem! Allahın cezası gitmemmm!… Solta sinirden koltuğunda bir kıvrandı.

-Keşke gitseydin. Para verirdim sana.

-Çekil git başımdan kadın. Yarama tuz ekip durma diyerek kontağı çevirdi. Şeyla ya kadar da başka yolcu rastlamadı. Şeyla kentini hiç sevmiyordu Solta. Çünkü buradan hiç yolcu kaptırmıyordu Şeyla’lı şoförler. Ayrıca burada ki polislerden de illallah etmişti. Her zaman çeviriyorlar ve her seferinde de bir eksik buluyorlar ve üç beş avantalarını almadan da bırakmıyorlardı. Bizimki ise; kuruş vermemek için ne olsa yapıyordu. Bu yüzden bütün dikkatini toplayarak yolu gözetleyen Sahar Solta ilerde Bas çayı köprüsünün öte yanında bir evin gölgesine siperlenen iki polisi gördü. Hemen yolculara dönerek yalvaran ve hüzünlü bir çehre ile seslendi.

-Değerli yolcu arkadaşlar ilerde polisler var. Onları geçinceye kadar olduğunuz yere çökün bir zahmet. Ne olur beni onlara paralatmayın.

“Ayakta duracak yer yokken nasıl çökeriz” dedi yolculardan biri.

-Ne olur Allah rızası için çökün yere. Hemen şu polisleri geçince kalkarsınız.

Polislerin hizasına gelince ayakta yolcu görünmüyordu. Sahar Solta bütün sevimliliğini takınarak ve ışıkla sinyal vererek polisleri selamladı. Polislerde bu itibardan memnun ve mutlu otobüsü durdurmadan devam etmesini izin verdiler. Nasıl olsa geri dönüşü de vardı bu seferin. Sahar Solta bir daha durmadan Şeyla otobüs durağına selametle vardı.

-Şeyla ya kadar gelen burada insin. Başka yerde duramam ona göre.

Bir kadın adeta yalvaran bir sesle sordu.

-Hastaneye kadar götürsen beni! Orada inecektim ben. Buradan oraya nasıl yürüyeyim?

-Götüremem. İn aşağı. Babanın hususi arabası mı sandın bunu?

Şoförümüzde edep, insanlık kalmamıştı. İnenler indi. Devam edeceklerle ben de otobüste kaldık. Sahar Solta otobüsten indi. Hemen yanı başımızda ki pazara fırladı gitti. İki dakika sonra üç pide ve iki şişe süt aldı geldi. Aldıklarını motor kaputunun üstüne koydu, geçti yerine oturdu. Sanki benim için durmuş gibi bana yönelerek sordu: “Redaktör gidiyor muyuz?”  Durmamız veya hareket etmemiz bana bağlıymış gibi; “gidelim tabi” diyorum.

-İnip binemeyen, düşüp kalkamayan eksik yolcumuz var mıydı acaba? Diyerek dışarıya doğru seslendi.

-Şehre, Ustrad-evla giden varsa gelsin, hadi otobüs kalkıyor.

İki kadın yaklaştı “Germeçik’e kadar götürürmüsün bizi?”

-Çok konuşmadan çıkın yukarı ikinizde.

İki kadın otobüse bindi. Başka da gelen olmayınca hareket ettik. Sahar Solta bir eliyle direksiyonu tutarken bir eliyle de kaputun üstündeki ekmeğe uzandı. Bir daha, bir daha derken Germeçik’e ulaşmadan bir ekmeği bitirdi. Gözlerini yoldan ayırmadan ikinciye başladı. Ağzını şapırdata şapırdata yiyor, her lokmada üstüne süt içiyordu. Yol kenarında bekleyen birini görünce, adamın hemen yanında durdu. Adam oralı bile değildi.

-Ne bekliyorsun arkadaş. Çıksana yukarı.

-Neden yukarı çıkayım? Ben bir yere gitmiyorum ki.

-O zaman ne demeye yol kenarında duruyorsun be adam. Boş yere beni durdurdun. Boş yere benzin yaktırıyorsun.

Söylene söylene yola devam etti. Bir yandan da ekmeği tırtıklamaya devam ediyordu. Şeyla da binen iki kadın inmek istediklerini söyledi.

-Ücret ödemeyi unutmadınız ya?

İki kadın indikten sonra, Germecikten itibaren durmamız gerekmedi. Argun’a doğru hızla ilerliyoruz. Motor kaputunun üstü boşaldı. Solta, Mesker-evla yol ayrımına kadar üç ekmek ve iki şişe sütü gövdeye indirmişti bile. Mesker-evla kavşağını her zaman uğurlu bereketli sayıyordu Solta. Çünkü buradan yolcu almadan hiç geçmezdi. Her zaman bir iki ördek bulunurdu burada. Şimdi de bekleşen beş altı kişi görünüyordu. Onları görünce sevinen Solta, oh oh diye gülümseyerek keyiflendiğini belli etti. Gülümsemesi bütün yüzüne yayılmış, ağzı kulaklarına varmıştı adeta. Otobüsün durmasını bile beklemeden ön ve arka kapıları açarak bekleyenlere seslendi;

-Haydi, çabuk, şehre gelenler yukarı çıksın.

Yolcuların hepsi otobüse bindi. Sahar Solta keseye kaç som (1 som=10 tüm) düştüğünü hesaplıyordu içinden amma, paracıklar cebine inmeden de huzur bulamadığından “ücretler” diyor yeni binenlere. Paralar elden ele Soltaya ulaştıktan sonra, Argun Şeker fabrikası hizasında bir kadın “beni indirsene vodital (arabanın yöneticisi).” Otobüs durdu ve kadın “Allah razı olsun” diyerek indi. Açık kapıdan kadına seslendi;

-Paracıkları gönderirsen Allah da ben de razı oluruz. Uçlan parayı çabuk.

-Verdim ya.

-Verdin mi? Yedi ceddine lanet olsun vermedinse diyerek otobüsten atladı ve kadını yanına vardı hemen. Onu kolundan yakalayarak “çabuk çıkar parayı.”

-Al zehir olsun. Para diye diye gebereceksin.

-Lüzumsuz çene yapma bana. Para vermeden kaytarmaya utanmıyor musun? Kaynanamısın ki seni bedava götürüp getireyim?

-Senin gibi damadım olacağına olmasın daha iyi. Deli soyka.

Bunlar böyle çeneleşirken Sahar Solta’nın gözü bir an otobüse kaydı. Vitesi boşta kalan otobüs hareket etmiş, ıramış gitmişti. Solta kadını bırakıp bütün gücüyle başını alıp giden otobüsünün peşinden koşmaya başladı. Taa uzaktan ellerini uzatıyor, onu yakalamaya çalışıyor fakat başaramıyordu. Yol kenarında biri onu otobüse yetişmeye çalışan yolcu sanarak “boş yere koşmasana yetişemezsin” dedi. Sahar Solta “yetişmek zorundayım, çünkü otobüsün şoförü benim” diyerek koşmaya devam etti.

Gerçekten de yetişemeyecekti Sahar Solta otobüsüne. Eğer; ben şoför koltuğuna atlayıp frene basmasaydım! Nefes nefese, göğsü demirci körüğü gibi ine kalka ve suya batırılmışçasına kan ter içinde otobüse yetişti şoförümüz. Bitkin bir halde kapıya tutunabildi ve güçlükle kendini otobüse çekip yerine oturabildi. Oturmaktan çok, koltuğuna külçe gibi yığıldı adeta. Biraz nefeslendikten sonra bana dönerek;

-Redaktör biraz daha evvel dursan olmaz mıydı bu mereti.

-Ben sen arkadan istiyorsun sanıyordum. Nerden bilebilirdim senin olmadığını.

-Bırak şimdi. Şakanın sırası mı yani. İş mi seninki de?

Sinirleri iyice bozulmuştu ahbabımın. Bu minval üzere Argun’a geldik. Her durakta “hadi şehre gelen varmı?” diye bağırıyordu. Sanki Solta’nın gerilmiş sinirlerini biraz daha bozmak içinmiş gibi hiçbir yolcu da çıkmadı. “ Hiçbiriniz bir yere gidemez olun inşallah. Bundan sonra hiçbir Argun’lu binemez bu otobüse “ diye söyleniyordu. Argun’dan çıkmak üzere idik ki; köprünün öbür tarafında ki pazara yaklaşırken bir genç el kaldırdı. Otobüsümüz hemen durdu. Sahar Solta demin söylediklerini yolcu ücretini görünce unutuverdi. Genç otobüse bindi. Hareket etmek üzereyken iki kişi daha koşarak geldi. Onlar da bindi. Çaktırmadan ahbabım Sahar Solta’ya bakıyorum. Çatılan kaşları açılmış, yüzüne mutlu bir gülümseme gelmiş yerleşmişti. Otobüs tıklım tıklım dolu tek kişiye bile ayakta duracak yer yok. Fakat Solta’nın doyumsuz gözleri hala yol kenarından yolcu gözetliyordu. Daha, daha!.. yolcu ve daha çok som istiyordu. Böylece Sölc-Ğaal’a (Grozni) ulaştık. Hemen ahbabıma iyi günler dileyerek otobüsten indim ve bir daha asla onunla gitmemeye ahdettim. Sahar Solta paracıklarını saymakla meşgulken ne benimle ne de başka bir şeyle ilgilenecek halde değildi. O hiçbir şey duymuyor ve görmüyordu.

DADAYEV SAYD HASAN

ORGA DERGİSİ 2010 eylül sayısı.

Çeviren  : ALİ BOLAT

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir