K i m l i k
Bizler 150 yıl evvel zorla, memleketinden, topraklarından, evlerinden yurtlarından yuvalarından zorla çıkarılıp, sürgün edilen insanların torunlarıyız. 1860 larda Rus emperyalizminin gerçekleştirdiği bu sürgün; sayı ve gerçekleşmesi bakımından tam anlamıyla bir insanlık faciasıdır. İnsanlık tarihinin kaydettiği en büyük sürgün ve soykırımlardan birdir.
Bu insanlar, zorunluluktan, çaresizlikten, başka yapacak bir şey kalmadığından ve de, hem din kardeşliği ve hem de Dünya üzerinde kendilerine en yakın saydıkları için, Türk devletine ve Türk topraklarına sığındılar. Yoksa; kendilerine Kuban bataklıkları ya da Sibirya buzulları gösterilmişti. Topraklarından çıkarılan Kafkasyalılar, bu göç sırasında göç eden nüfusunun yarıdan fazlasını yollarda bıraktı. Sağ kalabilenler, açlık, hastalık ve bin bir türlü sefaletle de olsa bir yerlere yerleşebildi. Yerleştikleri yerlerde oranın yerleşik halkı ile aralarında çeşitli anlaşmazlıklar, husumet ve çatışmalar yaşadılar. Aradan bir buçuk asır ve nesiller geçti. Kafkasların yiğit şahinlerinin, kuğu boyunlu ceren gözlü kızlarının, Anadolu halkıyla karışıp onlarla bir olmaya, kavimlerin harman olduğu bu topraklarda yok olup, geçmişini ve kültürünü unutmaya gönlü razı olmadı. Büyük bir kısmı hala “artık ben bir Türküm” diyemedi. (Bu sıralarda evlenme çağında olan nesil için bunu söylemek artık mümkün görünmemektedir.) Neden?
“Kültürleri farklıydı, davranışları, düşünceleri, adap ve edepleri, felsefeleri, dünyaya bakışları farklıydı” diyebilirsiniz. Başka şeylerde söyleyebilirsiniz. Bana göre; bütün bunlardan başka, gelenler yerleşiklerden kendilerini üstün gördüler. Bu üstün görme hala da devam ede gelmektedir. Doğal olarak asimilasyon olması gerektiği gibi hükmünü icra etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin etkin müdahale ve isteği doğrultusunda bu asimilasyon hızlandı. Sonraları ise, ekonominin ve üretim şeklinin zorlaması ve dolayısıyla hızlı bir kentleşme süreciyle birlikte bu yok olma daha da hızlandı. Ancak bütün bunlara rağmen bir Kafkasyalı, Kafkasyalı olduğuyla öğünüyor. Gelenek, görenek ve kültürüyle öğünüyor. Bu övünç ve üstün görme ile de 150 yıl geçmiş olmasına rağmen hala kendini Türk sayamıyor.
Şimdi bir düşünelim. Biz artık Türk müyüz? Ya da ne kadar Türk sayıyoruz kendimizi. Bu konuda iki görüş var. Birincisi bu cümleye bile tahammül edemeyenlerin ki. Türk olmayı asla kabullenmeyenler. İkincisi ise; “artık Türkleştik bir sorun yok, önemli bir mesele de değil zaten” diyenler.
Bir buçuk asır evvel bu topraklara yerleşip, burayı vatan saydık. Bu vatanı savunmak için canlar verdik, kan akıttık. Geri dönemedik, yerleştik. Artık bu vatanın sahibiyiz. Bu devletin eşit haklara sahip ve onurlu bireyleriyiz. Bu devleti kuran asıl etnisite Türkler değimli? Bu devletin de adı T.C. değilmi? O halde: “VATAN SÖZ KONUSU OLUNCA GERİSİ TEFERRUATTIR.”
Artık bana da ister Türk desinler, ister Çeçen desinler. İsterlerse demesinler umurumda değil. Ta Kafkaslardan kalkıp bir sığınmacı olarak gelmişsin. “Gel kardeşim, burada istediğin yere yerleş, istediğin gibi düzenini kur ve al sana istediğin kadar toprak, bağımsız veya nasıl istiyorsan öyle bir yönetim kur” diyecek değillerdi ya. Mevcut olan düzene, oranın yasalarına ve göreneğine uyacaksın. Beğenmiyor musun? “Buyur o zaman, istediğin yere gidebilirsin” derler adama. Kendini üstün görüyorsan beğenmiyorsan da sen bilirsin. Ancak kimseyi aşağılama ve saldırma yeter.
Burada sözünü etmek istediğim biraz da kimlik sorunudur. Alt kimlik, üst kimlik lafları edildi. Şimdi biz hangi kimlikteniz? Ben kendimi söyleyeyim. Ben Çeçen asıllı bir Türk vatandaşıyım. Çeçenistan da beni Çeçen saymadılar. Kendi aralarında konuşurlarken; benim Türk olduğumu söylediler. Pek gücümce gitti. Türk olduğumu söylemeleri gücüme gitmedi. Hatta içten içe azıcık gururlandım bile. Neden gururlandım onu da açıklayamam. Lakin beni Çeçen saymamaları gücüme gitti. Burada da birileri kalkıp bana Türk olmadığımı söyleyerek farklı gözle bakarsa; o da hiç hoşuma gitmeyecek. Bu durum galiba “mensubiyet” duygusuyla açıklanabilir. Bir kadın şarkıcı, “ben bir çingeneyim, çingene olmaktan da utanmıyorum, gurur duyuyorum” diyorsa; bir Kabardey, bir Çeçen, bir Türk, bir Kürt neden mensup olduğu halkıyla gurur duymasın. Ben de gurur duyuyorum mensubiyetini hissettiğim her iki halk içinde. Bir Türkün herhangi bir yerdeki başarısı, Türk halkının refahının yükselmesi, Dünya da itibarının artması beni çok sevindirir. Lakin askerinin başına çuval geçirilmesi, ABD nin, AB nin ve uluslararası emperyalizmin oyuncağı haline getirilip elindekinin alınması beni kahreder. Kafkasya halklarının başına gelen bunca zulüm, sürgün, katliam ve soykırımlara isyan ederim. Yok olmanın mukadder olduğunu bildikleri halde vatan ve özgürlük uğruna gözünü kırpmadan düşmanın karşısına durmalarını bir destan sayarım. Bu destan sahnesinden çıkıp gelen insanları bir şövalye, bir asil, bir mit kahramanı bilirim. Her birini bir promethea gibi görürüm. Bu arada; yedi düvele karşı ulusal bağımsızlık savaşı vererek, misakı-milli sınırları içinde yeni ve bağımsız bir Türk devleti kuranları da…
Ali BOLAT