Zaman Her Yarayı Kapatır

Savaş! Her şeyi alt üst ediyor. Bütün canlıların yaşamını, doğayı, her türlü düzenliliği yok edip büyük bir kargaşa yaratıyor. Savaşın yarattığı acıları, yoklukları, yoksunlukları tanımlamak bile çok zor. Çeçen halkı yüzyıllardan beri süregelen savaşlardan dolayı çok acılar çekti. Çok büyük kayıplara uğradı. Bu büyük bozgun ve zulümlerden biri de 21. Yüzyılın başlarında meydana gelen son savaşlardaydı. En son yaşanan ve on yıl kadar süren bu iki savaşta da Çeçen halkı büyük acılar yaşadı, büyük kayıplar verdi. Yüz binlerce günahsız insan yurdundan yuvasından, eş dost ve yakınlarından oldu, sakatlandı veya yaşamını yitirdi.

Çeçen halkının başına gelen bu büyük felaketten Salman’ın ailesi de kendi payına düşeni fazlasıyla yaşadı. Evlerinin avlusuna düşen bir roket babasını, ablasını ve küçük kardeşini öldürdü. Salman da ayağına isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralandı. Delikanlı yarası kapandıktan sonra da bir süre yürürken acı çekti.

Ailesinin ve halkının başına gelen bu felaketi göğüslemek ve kabullenmek çok zor geliyordu ona. Yaşama sevincini yitirdi. Derin bir karamsarlık içinde, geleceğe dair hiçbir umut ve hayali kalmamıştı. En yakınlarını göz açıp kapayacak kadar bir süre içinde kaybetmiş olması, yüreğine büyük bir acı vermiş, artık yaşayıp yaşamamak onun için önemsiz hale gelmişti. Üstelikte; yaşadığı bu büyük felaket yetmiyormuş gibi eşini ve çocuklarını kaybeden annesi Havva, derin bir ruhsal çöküntü içinde yatağa düşmüştü. Bu durumda Salman nerdeyse başlarına gelen felaketleri unutup, bütün ilgisini ve düşüncesini annesine yöneltti. Onun iyileşmesi için bütün kalbiyle dua ediyor, onun yanı başından bir saniye ayrılmıyordu. Yeme içmeden kesilmiş öylece kala kalmıştı.

Bir söz vardır; “zaman her yarayı kapatır” derler. Bu sözü doğrularcasına, bir süre sonra annesi yavaş yavaş kendini toparlamaya başladı. Giderek ayaklanmaya ve yataktan kalkıp ufak tefek ev işleriyle meşgul olmaya başladı. Salman annesinin iyileşmeye başlamasına çok seviniyor, içi içine sığmıyor, adeta uçar gibi geziyordu.

Sonunda savaş bitti. Yavaş yavaş köyler, şehirler tamir edilmeye, yaşam normale dönmeye başladı. Salman’ın köyünde de onarımlar kımıldanıp, yaralar tamir edilmeye başlanırken, insanlar yeniden yaşam kavgasına durdular. Şimdi ne yapacaktı Salman? Sık sık bu soru kafasını meşgul ediyordu Salman’ın. Savaşta yaşamını yitiren, canını kurtarmak için başka memleketlere giden yüz binlerce insandan geriye, vatanların da kalıp, sağ kalabilenler için şimdi yeniden hayat kavgası başlıyordu. Salman geleceği için, geçimi için bir yol haritası çizmesi gerektiğini düşünmeye başladı.

Yeni öğretim yılı başladığında köyündeki okulda öğretmen vekilliği görevine kabul edildi. Şimdilik aldığı ücret Salmanla annesini geçinmelerine yeterli idi. Fakat gelecekte yetmeyebilirdi. Ayrıca; yerine asil bir öğretmen atandığında bu işten de olabileceğini düşünerek Üniversiteye gitmeyi düşündü. O yıl Üniversite sınavlarını kazanarak kaydını yaptırdı. Böylece okumaya başladı. Köyden her sabah servis aracıyla üniversiteye geliyor, öğleden sonra da aynı araçla evine dönüyordu. Bu geliş gidişlerde, herkesin belirlenmiş bir yeri vardı ve herkes kendi yerine oturuyordu. Yeni arkadaşlarla tanıştı. Okumaktan ve bir gelecek hayal etmekten mutluydu Salman.

Babası, ablası ve küçük kardeşinin ölümünün sebep olduğu keder, zamanın geçmesi, annesinin iyileşmesi, bir yandan da okul yaşamı sayesinde azalmaya başlamıştı.

Zaman her yarayı sararak akmaya devam ediyordu. Böylece üç sömestr geride kalmıştı. Bir gün annesi Salmanla bir konuyu konuşmaya karar verdi. Oğlu eve geldiğinde onu karşısına aldı.

-Oğlum seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum. Beni iyi dinle. Bizim başımıza gelen bu felaketler başkalarına da geldi. Bizden çok daha fazla acılar görenler de var. Sanıyorum ki; vatanımız da savaşın yol açtığı bu korkunç yıkımları ve felaketleri yaşamayan hiçbir kimse ve hiçbir aile kalmadı. Ölenler öldü. Artık hiç biri geri dönmez. Sağ kalanlar ise sonsuza kadar yas tutamaz. Ben ise artık yaşlandım. Üstelik sağlıklı da sayılmam. Artık bu hanede, yanımda bir yardımcı, sen yokken bir can yoldaşı istiyorum. Kısaca söylemek gerekirse; yanımda, önümde dolanacak bir gelin istiyorum.

Salman hiç beklemediği bir anda böyle bir tekliften dolayı şaşırdı, kızardı. Annesinden utanarak gözlerini yere indirdi.

-Anne şimdi bunları konuşmanın zamanı değil ki. Onun da sırası gelir. O zaman bakarız.

-Zaman durmuyor ki. Her gün biraz daha yaşlanıyoruz. Geceden sonra gündüz, yazdan sonra kışın gelmesi gibi, her şeyin bir zamanı var. Zamanı gelince oğlan gelin getirmeli, kız da gelin olmalı. Nesil sürdürülmeli. Ben de senin mürüvvetini görmek, torunlarımı sevmek bağrıma basmak istiyorum. Artık bu dünya da keyif alabileceğim başka bir beklentim kalmadı ki.

Salman annesine bir cevap veremeden kalktı odasına gitti yattı. Fakat bir türlü uykunun derin sessizliğine dalamadı. Kafasında; savaşın çığlıkları, köyün hemen yanı başında çığ gibi artan mezar taşları, kaybettikleri, sonra okuldaki yeni yaşamı geçit yapmaya başladı. Fakat bu düşünceler için de anaya verilebilecek bir cevap yoktu.

Havva bir daha oğluna evlenmekten söz etmedi. O bu konuda söylediklerinin oğlunun üzerinde bir etki yaratmadığını ve fakat zaman bırakmak gerektiğini düşündü.

Yaz mevsimiyle birlikte tatil günleri de çabuk geçti. Yeni öğrenim yılı başladı. Geçen yıllarda olduğu gibi yine servis otobüsüyle okula gidip geliyordu. Yine eskisi gibi herkes kendi yerine oturuyordu. Fakat bu yıl bazı koltuklar boş kalmıştı. Boş kalan bu yerlerde oturanların okulu bitirmiş olacağı veya ayrılmış olabileceğin düşündü Salman.

Çok geçmeden yeni bir öğrenci gurubu otobüse bindi. Boş buldukları yerlere yerleşmeye başladılar. Onlardan bir kız öğrenci de tam Salman’ın önündeki koltuğa yöneldi. Öbür koltukta oturan kıza “buranın sahibi var mı, ben oturabilir miyim” diye sordu. Boş olduğunu öğrenince o koltuğa oturdu. Otururken de arkasında oturan Salman’a dikkatlice baktı kız. Salman da bu yeni öğrencilerden bir olmalı diye düşündü ona bakarken. Karşılıklı bakışmaları birkaç saniyelik kısa bir an kadar sürdü. Kız hafifçe kızararak gözlerine yere indirdi ve önüne dönerek yerine oturdu.

“Ne güzel bir kız. Kimin nesi acaba” diye düşündü Salman. Otobüs hareket etti. Bir süre sonra kız geri döndü ve yeniden göz göze geldiler. Kız hemen bakışlarını kaçırarak önüne döndü. Bir an delikanlıyı bir heyecan bastı kalp atışları hızlandı. Kızın giyimi kuşamı, saçlarının rengi, şekli, başına örttüğü eşarbı hepsi çok uyumlu ve kendisine çok yakışmıştı. Kızdan çok etkilenmişti Salman. “Ne güzel bir kız” diye düşündü. Ya da kendisine mi öyle gelmişti acaba?

Otobüsün durmasıyla daldığı derin düşüncelerinden sıyrıldı Salman. Herkes yerinden kalkıp inmeye hazırlanırken yine genç kıza baktı. Bakışları onun üzerinde sabitlenmişti sanki. İndikten sonra kızın ne tarafa gittiğini izledi. Kız Salman’ın tersi istikamete doğru gitti. Salman ise ayaklarını sürüyerek eve doğru yollandı. Onların bu minval üzere gidip gelmeleri sürerken zaman akıyordu. Kızlar kendi aralarında sohbet ederken kızın adının Zalina olduğunu öğrendi. Giderek, Salman’ın kıza olan ilgisi artıyordu. Fakat bir türlü kızla konuşamıyor, duygularını ona anlatamıyordu. Bir yandan savaşın kendisinden aldıklarını unutamıyor,  öte yandan da reddedilmekten korkuyordu. Fakat gözleri başka kimseyi görmüyordu ve bütün hayalini Zalina doldurmuştu. Aralarında bir görüşme konuşma olmamışsa da, Salman kızın da kendisine ilgi duyduğuna inanıyordu veya ona öyle geliyordu.

Ancak; Salman’ın gönlünde kurduğu sırça sarayın yıkılması çok sürmedi. İnsanlıkla ilgileri kalmamış, iki yabani bütün hayallerini tuzla buz etti.

Dönem sınavları bittiği gün köye döndüklerinde herkes otobüsten indi. Zalina da inip kendisini karşılayan annesine doğru yürüdü. Salman da evine doğru yönelmişti. Kısa bir süre sonra imdat çığlıkları yükseldi. “Yardim edinnn!…Beni kaçırıyorlar. Kuratrın beni. Salman kurtar beniii!!!.”

Salman hemen geri döndü. Otobüsün yanında duran bir otomobilin içinden birinin kızı kolundan tutmuş içeri çekiştirdiğini, dışarıdaki birinin de onu otomobilin içine doğru itmeye çalıştığını gördü. Bir yandan da kızın annesi çığlık çığlığa yardım istiyordu. “Yardım edin.. Kızımı kaçırıyorlar! Kurtarın onu!..” Salman’ın bir an gözleri karardı. Evine doğru on adım geldiği mesafeyi iki adımda geri gelerek otomobilin yanına vardı. Salman’ın görünüşü de, davranışları da olağan dışı bir hal almıştı. Avını kaptırmak istemeyen hırçın bir kaplana dönmüştü. Kızı içeri itekleyeni kolundan tuttuğu gibi öteye fırlattı. Sonra içerden çekiştirenin elinden kızı kurtarmak için Zalina’nın kolundan tutacaktı ki; bir an durakladı. Elin kızına dokunmayı istemedi. İçerdekine; “bırak kızı” diye haykırdı. İçerdeki bu azarlamayı işitince bir an durakladı ve kızı tutan elleri gevşedi. İçerdeki Salman’a dönerek:

-Arkadaş seni ilgilendirmeyen işlere burnunu sokma. Sana ne kızdan?

-Kızı bırakmazsan, beni ilgilendirip ilgilendirmediğini gösteririm sana.

Bu esna da etraftaki diğer insanlar da yetişerek Zalin’yı, onu kaçırmaya kalkışanların elinden kurtardılar. Kalabalık ve gürültüler arttı. Olup bitenleri anlamaya çalışanların şaşkınlığından yararlanarak arabadakiler olay yerinden hızla uzaklaştılar. Giderken içlerinden biri pencereden uzanarak; “bunu senin yanına koymayacağız. Nerde olsan seni bulacağız” diyerek bağırıyordu. Olanlardan şaşkına dönen Salman kendine savrulan tehditleri duymadı bile. Olduğu yerde dona kalmıştı. Ne yapacağını bilemez haldeydi. Zalina’ya karşı içten yakınlığı vardıysa da, arlarında hiçbir tanışma konuşma olmamıştı. Kızın kendisine karşı olan duygularını bile bilmiyordu. Kızı kaçırmaya kalkışanlara da, kıza yardım etmeye gelenlere de, olaya neden karıştığını açıklama olanağı yoktu. O bu vaziyette şaşkın beklerken Zalina’nın annesi yanına yaklaştı.

-Allah senden razı olsun delikanlı. Adını da bilmiyorum. Sen olmasaydın kızıma neler olurdu kim bilir? O gençler kimlerdendi tanıyor musun? Bizimkilere haber verirdik. Gerekeni onlar yaparlardı.

-Hepimizden Allah razı olsun dedi Salman.

Zalina’nın annesinin kendisine seslenmesiyle daha bir telaşlanarak devam etti.

-Öyle bir şey yapacaklarını bilseydim yanından hiç ayrılmazdım.

Sonra kendi söylediklerine şaşırdı. Utanarak gözlerini yere indirdi. Yüzü kızardı. “Ben neler söylüyorum, aklım başımda değil galiba, en iyisi hemen buradan uzaklaşmalıyım” diye düşündü. Sessizce oradan ayrılarak evine doğru yollandı.

Eve vardığında annesi avludaydı. Salman’ı görür görmez onun sıkıntılı halini ve yüzündeki endişe bulutlarını hemen fark etti.

-Oğlum neyin var? Canını sıkan bir şey mi oldu? Biraz da geciktin.

-Önemli bir şey yok. Biraz gürültüler oldu meydan da.

-Ne oldu peki? Ne gürültüsüydü olanlar?

-Biz otobüsten indikten sonra, bizimle birlikte üniversiteye devam eden bir kızı kaçırmak istediler. Kızı kaçırmak isteyenleri daha evvel hiç buralarda görmedim. Tanımadığım kişilerdi. Kızı onların elinden kurtarırken biraz tartışmamız oldu. Ben kurtardım kızı. Onların elinden aldım.

Bunları söylerken birden kızardı Salman. Kalp atışlarının hızlandığını hissetti.

Çok görmüş geçirmiş, iyiyi de kötüyü de yaşamış olan Havva, kızın kaçırılma teşebbüsünün oğlunu derinden etkilediğini fark etti.

-Onu seviyor muydun?

-Hayır, öyle bir şey yok. Ama güzel kızdı. Kız kendisini kaçırırlarken nedense “Salman beni kurtar” diye beni çağırdı yardıma. Benden imdat istedi.

-Kimin nesi biliyor musun?

-Kimlerin kızı bilmem. Otobüsten inince köyün alt tarafına doğru giderdi.

-Peki, yardım isterken seni çağırmasının bir anlamı var mı acaba? Annesi biraz düşündükten sonra devam etti.

-Ana babasına birilerini göndersek mi yoksa?

-Anne kızla bir tek kelime laf etmedim. Kız benim hakkımda ne düşünüyor bilmiyorum ki. Nasıl adam göndeririz? Ortada bir şey yok ki. Hem bugünküler çoktan adam göndermişlerdir. Hocayı, imamı, yaşlıları bir araya getirip kızın yakınlarına gönderirler. Kızın ailesinin reddedemeyeceği hatırlı kişileri araya koyup isterler. Bu meseleler bizde böyle halledilir ya. Bitti bu iş diyerek derin bir göğüs geçirdi Salman.

Zalina dan söz edildikçe delikanlının kederi artıyordu. Yüreği dağlanmıştı. Annesiyle daha fazla konuşamadan gitti yatağına girdi. Annesi akşam yemeğine çağırdığı halde ona cevap bile vermedi. Sabaha kadar uyku tutmadı Salman’ı. Sonunda kalktı oturdu. Düşünceleri Kaf dağının ardına kadar gidip geliyordu. Şimdi ne yapacaktı? Dünyası kararmıştı sanki. Dünkü olayı kafasından çıkaramıyordu. “Keşke daha evvel Zalina ile konuşuş olsaydım. Hakkımda ne düşündüğünü bilseydim şimdi durum daha farklı olabilirdi” diye düşündü. Kafası yalnız Zalina ile ilgili düşüncelerle dolu bir halde okula gitmek için otobüs durağına gitti. Okula giden diğer öğrenciler de bekliyordu. Kızların gurubuna baktı. Aralarında Zalina yoktu. Otobüs hareket ettiğinde Zalina’nın yerinin boş olduğunu gördü. Onun yerini boş görmek yüreğini kor gibi dağladı. Yolculuk boyunca onun kaçırılmasına dair konuşmalar duydu. Bazıları “onu ailesinden istemeye büyükler gelmiş, ailesi de vermiş” diyor, bazıları ise; “hayır vermemişler” diye anlatıyorlardı.

Bu konuşmaları işittikçe Salman’ın yüreği daha bir daralıyordu. Kesin vermişlerdir diye düşündü Salman. Araya büyükler girer, bu meseleleri böylece hallederlerdi. Gelenek böyleydi. “Şimdi bu hak mı, adalet mi? Kıza soran danışan yok. Bir sorun bakalım o adama varmaya kızın rızası var mı? Onunla, gönül rızasıyla bir ömür geçirmek ister mi? Sokaktan geçen kızı, saldır kaçır!.. Böyle bir durumda kızında yapacak bir şeyi kalmıyor. Çünkü geleneğe göre; o kızı başka birsinin kabul etmesi mümkün olmuyor. Böyle durumlarda büyükler araya girer, mesele halledilir. Bu ne ilkellik böyle? Ne zaman biter acaba bu insanlık dışı gelenek” diye düşündü Salman.

Zalina ikinci gün de okula gelmedi. İkici hafta, ikinci ay da gelmedi. Salman’ın özlemi, artıyordu.

Temiz, aydınlık, saf sevgisi ve yüreğinin ateşi, ocakta yanan ateşin külleri arasında kalıp, asla sönmeyen son kıvılcımı misali sönmüyordu.

Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçti. Okulu bitirmesine de az bir zaman kalmıştı. Bitirme sınavlarına hazırlanıyordu. Bir gün okuldan dönerken, otobüsten indiğinde yanına genç bir kadın yaklaşarak; “sen Salman mısın?” diye sordu.

-Evet Salman benim

-Biraz kenara geçelim. Sana söyleyeceklerim vardı diyerek otobüsten biraz uzaklaştılar.

-Hani iki yıla yakın bir zaman evvel burada bir kızı kaçırmak istemişlerdi de, sen de kızı onların elinden kurtarmıştın. Hatırladın mı o kızı?

Zalina dan söz edilince aniden kalbi dışarı fırlayacak gibi oldu, elinde olmadan yüzü kızardı.

-Zalina dan mı bahsediyorsun? Onu unutamadım ki.

-O da seni unutamadı dedi genç kadın.

-Nasıl unutamadı? Evlenmedi mi o? Onu kaçırana vermediler mi onu?

-Hayır vermediler. Onunla evlenmedi.

Salman duyduklarına çok şaşırmış, bir yandan sevinmiş, sevincinden ne diyeceğini bilemez şaşkın bir haldeydi. Gözleri kararmış, boğazına bir yumruk gelmiş oturmuştu. Bir süre konuşamadı. Ne diyeceğini bilemedi kadına baktığı yerde kalakalmıştı.

-Salman ben onun abisinin karısıyım. Marzoların Maret derler bana. Durumu olduğu gibi sana anlatmak ve seni haberdar etmek istedim. Zalina şimdi çok ağır hasta. Durumu iyi değil şehir hastanesinde yatıyor.

Aniden Salman’ın yüreğine kocaman bir kor düşmüş gibi oldu.

-Neyi var? Ne oldu ona?

-Onu kaçırmaya çalıştıkları günün akşamı büyükler geldi ve kızı o oğlana istediler. Fakat babası kızına danışmadan, onun rızası olmadan vermem dedi. Ertesi akşam büyükler yanlarına hocaları alıp tekrar geldiler. Kayınbabam; kızımın rızası yok. O razı olmadan veremem. Bu iş için bir daha rahatsız olmayın diyerek gelenleri yolcu etti. Onlar üçüncü kez gene geldiler. Çok ısrar etmeleri üzerine; kayınbabam bize;”gidin sorun bakalım, o adama varmak ister mi, istemez mi?” diyerek bizi kızına yolladı. Ailenin bütün kadınaları; “sormaya gerek yok. Kızın asla oraya gitmek istemiyor. Fakat sen sor dediğin için yine de sorarız” diyerek, Zalina’nın yanına gittik. O da “şu Dünya da ne kadar yaşarsam yaşayayım, ne kadar beklersem bekleyeyim bir tek kişiden başkasına gitmem. Bir daha bunu bana sormayın” dedi. Ayrıca bana da; “o birinden başkasına beni verirlerse de kendimi öldürürüm. Bunu herkes bilsin” dedi. Babasına da bu durumu böylece bildirdik. Kayınbabam da gelen misafirlere kızının istemediği bir yere onu göndermeye rızasının olmadığını ve bu iş için bir daha zahmet etmemelerini rica ederek gelenleri yolladı.

Salman çok üzgündü.

-Zalina çok mu ağır hasta dedin sen?

-Evet çok hasta ve halsiz.

-Peki bahsettiği, “dünya da ondan başkasına varmam “ dediği o bir kişi kim acaba?

-Kim olacak? İki yıldan beri onu hiç arayıp sormayan, onunla hiç ilgilenmeyen biri.

-Adını söylemek mümkün değimli?

-Seni üzmek istemem Salman. Acelem var. Hastanede ona ben bakıyorum. Bu gün daha bir düşkün gibi. Doktorlar da hastalığına bir teşhis koyamıyorlar. Bu yüzden de doğru dürüst bir tedavi de uygulayamıyorlar. Kendi aralarında konuşurlarken: yaşayıp yaşamayacağından emin olmadıklarını söylediklerini duydum. Daha kötüsü ise; hasta da ölmekten söz ediyor. Yaşama arzusunu yitirmiş gibi. Dört günden beri bir şey yemedi. Ölmeden evvel seni son bir kez görmek istediğini söyledi. Bu aksam odası sakin olacak. Yanında benden başka kimse olmaz. Görmek konuşmak istersen gel. Başka uygun zaman olur mu bilmem.

Bunları söylerken genç kadını gözleri nemleniyor, yutkunarak konuşuyordu. Sonunda gözyaşlarına engel olamadı. Yanaklarından aşağı damlalar dökülmeye başladı.

-Akşam saat yedi de ben seni hastanenin giriş kapısında karşılarım.

Genç kadın gittikten sonra Salman hüzünlü, kasvetli bir düşünceye daldı. Kendini engin denizlerin dev dalgaları arasında boğuluyormuş gibi hissetti. Çok çaresiz ve yalnızdı. “Bir kişiden başkasına varmam” dediği kimdi acaba? Zalina ya ne olmuştu. Demek durumu doktorların “yaşayıp yaşayamayacağını bilemeyiz” diyecekleri kadar kötümüydü? Akşamın olmasını büyük bir üzüntü ve sabırsızlıkla bekledi. Nihayet akşamın yedisine doğru hastanenin ana kapısı önündeydi. Bir süre etrafına bakınarak bekledi. Maret gecikmiş olmakla birlikte , nihayet göründü.

  1. BÖLÜM

-İyi ki geldin Salman. Biraz geciktim kusura bakma. Zalina’nın yanındakiler ayrılmadan gelemedim. Gel gidelim. Aynı odada yatan iki kadından rica ettim. Sen gelince odadan ayrılacaklar. Çekineceğiniz kimse olmayacak. İstediğiniz gibi konuşursunuz. Zaten ben yabancı sayılmam artık  size.

Hastaneye girdiler. Salman salondaki hemşireye iyi akşamlar diledi. Zalina’nın odasına vardılar. Maret “Al otur şuraya” diyerek yatağın yanındaki sandalyeyi Salman’a uzattı. Fakat Salman onun söylediklerini duymadı bile. Ne Maret,i ne sandalyeyi görüyordu. Yalnız Zalina’nın yattığı yere bakıyordu. Bembeyaz yastığın üstünde eskisi gibi güzel saçları gördü. Bu saçlar ne kadar tanıdık, ne kadar sevimli geldi ona. Onları arkadan ne kadar çok seyretmişti servis aracında gidip gelirken. Salman şaşırdı! Ya Zalina! O nerede? Zalina’nın yüzü zayıflamaktan öte, avuç içi kadar kalmıştı. O hayranlıkla seyrettiği kafa küçülmüş, tanınmaz hale gelmişti. Onu tanıdığında ne kadar güzeldi. Birden hasta ziyeretine geldiğini hatırladı Salman.

-Geçmiş olsun Zalina. Nasılsın?

Genç kızın Salman’a cevap verebilecek gücü kalmamıştı. Göz yaşları yanaklarını ıslatmaya başlayınca yorganı güçlükle başına çekti. Sıtma nöbeti gibi bir titremeye tutulduğu, yorganın üstünden bile belli oluyordu. Belki ölçüsüz bir sevgi duyduğu genci görmekten sevindiği için veya geleceğe dair bütün hayallerini ve umutlarını karartanları hatırladığı için, ya da şu anda içinde bulunduğu umutsuz durumu ve hastalığı için ağlıyor olabilirdi. Ancak genç kızın ağlamaları uzadı. Salman da Maret de şaşırmışlardı. İnsan yüreği demirden, taştan değildi ya. Salman da gözyaşlarını tutamadı. Engellemeye çalışmasına rağmen yanakları ıslanmaya başlamıştı. Maret’e göstermemek için arkasına döndü. Mendiliyle gözlerini yanaklarını silmeye çalışıyordu. Maret olan biteni gayet iyi görüyordu. Zalina ya seslendi. “Zalina ağlamasana. Gelirse neler anlatacağım diyordun. Geldi bak. Ağlama artık.” Maret bunları söylerken o da ağlamamak için kendini zorluyor, gırtlağı düğümleniyordu. Böylece bir süre geçti. Zalina göz yaşlarını durdurmaya ve kendine gelmeye çalışıyordu. Başına çektiği yorganı yavaş yavaş indirdi. Bütün yastığı gözyaşlarıyla ıslanmıştı. İçinde biriken zehrini boşaltmıştı. Maret havluyla onun gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü gözünü sildi.

-Hadi ağlama artık. Bak Salman’ın vakti  azalıyor.

Zalina yavaş yavaş kendine geldi.

-Afedersin Salman. Çağırdığım için beni ayıplama sakın. Seni buraya çağırmamın sebebi; o zaman beni o ilkel insanların elinden kurtardığın için, sana bütün kalbimle teşekkür etmek istediğimdendi.

Yanaklarına süzülen gözyaşları arasından zor duyulur bir sesle; “otursana, seni çok fazla meşgul etmeyeceğim.” Salman yatağın yanındaki sandalyeye ilişti.

-Allah senden razı olsun Salman. O hayvanlar beni; okumaktan istikbalimden ve hayallerimden etti. Dünyamı kararttılar. Sen okulu ne yaptın?

– Ben okulu bitirmek üzereyim. Merak etme sen. Sen de tekrar dönersin. Her şey düzelir inşallah.

-Benim düzelmem zor artık. Okumam da, yaşamamda hayal sanıyorum. Görmüyor musun halimi. Doktorların benim hakkımda konuşmalarını duydum. Bütün bunları öğrendikten sonra seni çağırmaya karar verdim. Bu yüzden beni kınayıp ayıplama sakın. Bu sırrı ve bu utancı kendimle mezara götüreceğim.

-Utanılacak bir şey yapmıyorsun Zalina. Sen iyileşmeye bak. Doktorlar ne diyor?

-Benim hastalığımı onlar anlayamazlar. Allahın dediği olur. Her şey onun takdiri.

-Peki bana anlatamaz mısın?

-Anlatsam ne çıkar. Onu sen kendin bilmen gerekirdi. Neden bana soruyorsun?

Salman önceleri kızın kendisine karşı bir ilgisi olabileceğini düşünüyordu ama şimdi emin olmaya başladı.

-Sana bir şey sorabilir miyim Zalina?

-Sor tabi.

-O zaman seni istemeye geldiklerinde, dünya da bir kişiden başkasıyla evlenmeyeceğini söylemişsin Maret’e. O kişi bunu biliyor mu?

-Bilmediğini sanıyorum.

-Peki, bana söylesen, ben de gider onu haberdar ederdim.

-Ona kimsenin söylemesi gerekmiyordu. Kendisi bilmeliydi.

– Kim bilmeliydi Zalina?

-Sen bilmeliydin sen, dedi Maret. Görmeliydin, anlamalıydın. Her şey apaçık ortada değil mi?

Salman’ın bütün vücüdu bir kasırgaya tutulmuş gibiydi. Sevinçten, heyecandan kalbi göğsüne sığamaz oldu. Oturduğu yerde kıpırdandı. Hafifçe yüzü kızardı. Bir süre öylece sessiz kalakaldı. Bulutların üstünde gibiydi. Heyecandan kalbinin duracağını sandı bir an.

-Zalina; şimdiye kadar seni arayıp sormadığım, seninle konuşmadığım için beni bağışla. O zamanlar babamı, ablamı ve kardeşimi yeni kaybetmiştim. Seninle ilgilenirsem herkesin beni ayıplayacağını düşündüm. O yüzden sana yaklaşamadım.

-Peki bu zamana kadar benim hakkımdaki düşüncelerin değişti mi?

-Hayır değişmedi Zalina, hiçbir zaman da değişmeyecek.

-Keşke daha evvel bilseydim. Belki her şey daha farklı olurdu.

-Doğru söylüyorsun Zalina. Benim kabahatim bu. Bu yüzden ikimiz de çok acı çektik. Bütün olanları unutalım. Şimdi söyle bana Zalina; benimle evlenir misin?

-Neler söylüyorsun sen? Benimle nasıl evleneceksin? Ne kadar yaşayacağım bile belli değil. Bunları daha evvel duymayı ne kadar çok isterdim. Fakat çok geç kaldın çoook!

Zalina yüzünü öte yana çevirdi. Yanaklarını sevinç göz yaşları ıslatıyordu.

-Çok geç değil Zalina. İnşallah tez zamanda iyileşeceksin. Buna inan. O zaman peki diyecek misin bana?

-İyileşirsem evet. Söylediğini yaparım.

-O zaman merak etme artık. Kendini üzme sakın. İnşallah her şey düzelecek.

-Salman, seni buraya çağırdığım için beni ayıplama, küçük görme sakın. Bu ayıbı kendimle mezara götüreceğim demiştim demin. Eğer sağ kalır da yaşarsam beni anlayacaksın. Belki bir gelen olur, senin de daha fazla vaktini almayayım.

Zalina yine gözyaşlarına yol verdi. Islanan yanaklarına yorganı çekti.

-Zalina üzülme artık. Üzme kendini. Bak göreceksin her şey düzelecek. Allah tez zamanda şifalar verecek sana inşallah. Tekrar geçmiş olsun diyerek kalktı Salman.

Marete dönerek “sana da çok teşekkür ederim beni çağırdığın ve haber verdiğin için Maret. Bir ihtiyacınız veya yapabileceğim bir şey varmı? Yarın tekrar geleceğim yine kapıya gelebilir misin?” “Olur” dedi Maret.

Zalina, Salman çıkarken onu gözleriyle yolcu etti. Artık ölsem de gam yemem diye düşündü. İçinden yolun açık olsun diyerek uykuya daldı. Uyandığında müthiş acıktığını hissetti. Maret’e seslendi.

-Maret çok acıktım. Bana yiyecek bir şeyler versene.

Maret şaşırdı. Hastaneye yattığından beri Zalina ilk defa acıkıyor, ilk defa yiyecek bir şey istiyordu. Sevginin gücüne hayret etti.

-Yiyeceğimiz çok Zalina. Ne istersin, ne vereyim sana?

– Ne verirsen ver. Fark etmez yerim ben.

Maret haşlanmış tavuk ve biraz da çorba hazırladı. Zalina’yı oturttu, ardına iki yastık koydu. Yemek tepsisini önüne getirdi. Zalina günlerden beri ilk defa çorbasını içti. Biraz da haşlanmış tavuk etinden yedi. “Şimdi kalbimde, karnım da doydu” dedi Zalina.

Maret olanlara bir yandan şaşırmış inanamıyor, bir yandan da çok seviniyordu. “Ne güzel, yemek yedi, derin uyudu. Bu müjdeyi ana babasına ve doktorlarına hemen bildirmeliyim” diye düşündü.

Zalina arkasındaki yastıkların birini aldırdı ve doğruldu.

-Şu iki yıldır çektiklerimi ve bunları bana çektirenleri Allah görüyor işte. Güçsüz ve savunmasız bir kıza saldırıp onun dünyasını karartanları devlet cezalandırmalı değimli? Beni dinliyor musun?

-Evet dinliyorum Zalina.

-Baksana, kız kaçıranlara beş bin tüm para cezası vereceklermiş diye camide duyuru yapmışlar. Fakat bu ceza o gençleri durdurmaz ki. Böyle bir şey olduğunda, sağdan soldan temin edip bu cezayı yatırırlar. Bu da onları caydırmıyor. Başkalarına da ders olmuyor. Bu ilkel adeti tekrarlıyorlar. Bu yüzden nice genç kızın yaşamını zindan ettiler. Nice ana babanın yüreğini dağladılar. Nice sevenleri birbirinden ayırdılar. Ben böyle düşünüyorum Maret. Kız kaçıranlara büyük cezalar vermeli. Belki bu sayede bu ilkel gelenekten vazgeçerler. Bu konu okullarda, üniversitelerde, fabrikalarda, camilerde ve toplu yaşanan her yerde anlatılmalı. Zalina’nın sesi giderek azaldı ve konuşması kesildi. Maret “konuşuyorken sesi neden kesildi acaba” diye endişelenerek yanına geldi. Genç kızın tatlı, huzurlu bir uykuya daldığını görünce sevindi, gözlerinden iki damla yaş geldi. “Allah’ım; sana şükürler olsun. Yemek yedi, derin bir uykuya da daldı, sen ona şifalar ver.”

Salman Zalina’nın kendisine olan sevgisini açık bir şekilde ifade etmesinden sonra, kalbi sevgi dolu, uçar gibi eve döndü. Eve vardığında annesi avluda oturuyordu.

-Oğlum neredesin sen? Neden geç kaldın? Çok merak ettim?

–Hastaneye gitmiştim anne.

-Neden? Ne hastanesi? Hasta mısın?

-Hayır benim bir şeyim yok.

-Eee, neden gittin öyleyse hastaneye?

-Hatırlıyor musun iki yıl kadar evvel, meydanda bir kızı kaçırmaya çalışmışlardı da ben engel olmuştum.

-Evet hatırlıyorum. Ne olmuş ona? Ta o zaman kendini kaçırana vermemişler miydi onu?

-Hayır. Kız gitmemiş ona, vermemişler. Beni beklermiş. Şimdi çok hasta, hastane de yatıyor. Doktorlar da bir teşhis koyamıyorlar hastalığına.

-Doktorların bulamadığı hastalığının sebebi sen olmayasın?

-O kadarını bilemem.

-Peki, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun.

-Sen ne dersen öyle yaparız anne.

-Benim dediğim yaparsak o kız hem iyileşir, hem de biz onu evimize alır getiririz. Amcana söyleriz ne yapmak gerekiyorsa gerisini o halleder.

Salman bir sevinç kasırgasına tutulmuş gibiydi. Bu konu hakkında daha fazla konuşmadılar ve içeri girdiler. Ertesi gün Salman erkenden kalkarak hastanenin yolunu tuttu. Maret onu kapıda karşıladı.

-Akşam sen gittikten sonra Zalina günlerden beri ilk defa yemek yedi ve derin bir uykuya daldı. Hala uyuyor. Yüzüne renk geldi dedi Maret.

-Peki, benim yapabileceğim bir şey var mı? Bir ihtiyacınız filan?

-Hayır hiçbir ihtiyacımız yok. Sağ ol. İstersen gel yanına gidelim.

Salman Zalinayı görmeye gitti. Öğleden sonra tekrar uğradı. Mared Zalina’nın iyi olduğunu bildirdi. Salman başı göklerde eve döndü ve olan biteni annesine anlattı.

-Onu nasıl görebiliyorsun diye sordu annesi.

-Yengesi beni kapıda karşılıyor. O anlatıyor bana.

-Ben nasıl görebilirim acaba.

-Akşam tekrar gideceğim. İstersen benimle gel. Yengesine, seni onun yanına götürmesini söylerim.

Akşamleyin beraber gittiler. Anne Zalina’yı gördü ve bir süre sohbet ettiler. Gelin adayına alıcı gözle iyice baktı. Eve döndüklerin de:

-Salman;  o kız çok zayıflamış ve çok halsiz. Fakat çabuk iyileşecek inşallah. Ben çok beğendim. Çok tatlı bir kız. Seni de çok seviyor sanırım. Hemen amcana haber verelim.

Anne dediğini yaptı. Salman’ın amcası Yahya’ya olan biteni, kızın hastanede yattığını, gidip kızı gördüğünü, çok beğendiğini ve kendisi de münasip görürse istemeye karar verdiklerini anlattı.

Yahya, her işte doğru karar verdiğine inandığı yengesi Havva’nın bu düşüncesini de uygun bulduğunu ve ne gerekiyorsa yapacağını söyledi. Hemen ertesi akşam birkaç büyüğü yanlarına hocayı da katarak Zalina’nın evlerine gönderdi. Hoca sebebi ziyaretlerini açıklayınca; kızın babası şaşkınlıktan dona kaldı.

-Siz; iyi, hoş, sefa geldiniz de; yanlış yere gelmiş olmalısınız. Başka yere gidecekken bize yanlışlıkla mı geldiniz acaba? Bizim kızımız var amma, şu an hastanede hasta yatıyor. Kocaya gidebilecek kızımız yok ki bizim.

-Hayır, biz yanlış yere gelmedik. Bizi buraya gönderenler kızınızın hastanede yattığını biliyor. Kızınızı isteyen köyün şu üst yanında oturan Ahmad’ın Biysolta’nın oğlu Salman adlı delikanlıdır.  Hani iki yıl kadar evvel iki edepsiz kızınızı kaçırmak isterken onların elinden kurtarmıştı. Kızla oğlan birbirlerini tanıyor ve istiyorlar. Onlar anlaştıkları için geldik biz buraya.

Zalina’nın babası Mohmad duyduklarından şaşkına dönmüştü.

-Biz kızımız ağır hasta, hastanede yatıyor diyoruz, siz ise onlar anlaşmışlar diyorsunuz. Kaçırma olayından sonra kızımız istemediği için, arzu etmediği birine vermemiştik. O zaman kesinlikle karşı çıktığında bir sevdiği beklediği vardır diye düşünmüştük. Demek beklediği buymuş.

-Evet sevdiği, beklediği buymuş.

Mohmah hemen iki kardeşini hanımlarıyla birlikte yanına çağırttı. Hemen bir arabayla kadınları hastaneye gönderip, durumu ve kızının rızası olup olmadığını öğrenmelerini ve çok acele geri dönmelerini istedi. Gidenler kısa sürede geri döndüler ve kızının rızasının olduğunu bildirdiler.

Zalina’nın babası kızının bu işe rızasının olduğunu öğrenince, kendi kardeşlerine de danıştıktan sonra; kızının arzusuna uygun bir cevap verdi gelenlere. Salman’ın amcası geleneklere uygun başlık parası da dahil olmak üzere her şeyi konuşup halletti. Hemen nikâh yapılmasına karar ve Salman’ın ailesinin hastanede Zalinayı ziyaret etmelerine de izin verildi. Böylece Zalina’nın sağlık durumu da dâhil her şeyi ile Salmanlar ilgilendi. Zalina süratle iyileşiyordu. Ruhunun ilacı bedenine de iyi gelmişti. Bir hafta sonra Zalina kendini bir hayli toparlamış olarak evine döndü. Birkaç gün sonra da gelin oldu yeni evine gitti.

Düğünlerine çok gelen oldu. Salmanlar’ın avlusunda büyük bir düğün kuruldu. Havva oğlunun düğününde sevincinden uçar gibi dolanıyordu. Onun yaşlı yüreği böyle bir mutluluğu, böyle büyük bir sevinci yaşamayalı nice yıllar oluyordu. Yakınlar, hısım akraba, eş dost her biri hediyelerle düğüne geldiler. Yeni evlileri içtenlikle kutluyor ve bütün yaşamları boyunca mutluluklar diliyorlardı. Misafirler:

Salman ve Zalina’nın, yılların eksiltemediği saf ve temiz sevgisinin, hanelerini mutlulukla doldurmuş ve evine nur gibi bir aydınlık getirmiş olduğunu, zamanın her yarayı kapattığı gibi onların da yüreğindeki yarayı kavuşturduğunu söylediler.

Şans, baht, bereket ve iman doldu evine Havva. Hanenizden; huzur ve mutluluk eksilmesin daim olsun. Salman ve Zalina’nın bu sevinci ve sevgisi bütün yaşamları boyunca devam etsin diyorlardı.

 

ORGA  DERGİSİ  2008 12. sayısından

Çeviren: Ali Bolat

 

 

 

 

 

 

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir