KAFKAS DİASPORASI: KARDEŞLİĞİN VE ORTAK MİRASIN AHVALİ

– Karadeniz’den Hazar’a uzanan kadim coğrafyanın ruhu, asırların çarkında yoğrulan ortak bir kültürle Kafkasya diasporasının mayasını oluşturmuştur.
Bu ortak miras, folklorumuzda, mutfak sanatımızda ve toplumsal adetlerimizde tecelli eder. Birbirinden küçük nüanslarla ayrılsa da, dışarıdan gelen müdahaleye karşı oluşan ortak refleks, bu coğrafyanın halklarını bir kardeşlik hukukuyla birbirine bağlamıştır.
Hiç şüphesiz, tarihin her döneminde birliği zedeleyen aykırı sesler ve eylemler olmuştur; ancak kahir ekseriyetin ortak bilinci, varlığın ancak dayanışmayla devam edebileceği inancını her zaman galip kılmıştır.
Bugün de aynı hassasiyeti taşıyanlar, birlik ve dayanışma ülküsünün etrafında kenetlenmenin hayatiyetini idrak etmektedir.
Ne var ki, bazı kişi ve grupların mikro milliyetçilik ve yanlış sahiplenme eğilimleri, bu kadim kardeşlik zeminini sarsmaktadır.
Bu kaygıları dile getirmek ve ortak paydamızı korumak için uyarıda bulunmak bir zorunluluktur.
-Kafkasya, onlarca dilin ve etnik yapının bir arada yaşadığı devasa bir medeniyet havzasıdır. 19. yüzyıldaki Kafkas-Rus Savaşları neticesinde Osmanlı topraklarına sürülenler de tek bir etnik unsurdan ibaret değildir. Tarihi kayıtlar ve günümüzde Türkiye coğrafyasında yaşayan Çerkes, Çeçen, Lezgi, Avar, İnguş, Kumuk, Karaçay, Oset ve diğer kardeşlerimizin varlığı, sürgün tecrübesinin çok sesli bir dram olduğunu kanıtlamaktadır. Köy komşulukları ve ortak yaşam pratikleri bunun en güçlü delilidir.
Buna rağmen, sosyal medya başta olmak üzere bazı mecralarda, sürgün edilenlerin tamamının tek bir etnik yapıdan sadece Çerkes’den ibaretmiş gibi sunulması, tarihi gerçekliğe saygısızlıktır ve diasporanın çeşitliliğini inkâr etmektir.
Kardeşlik, her bir etnik kimliğin varlığını ayrı ayrı onurlandırmakla mümkündür.
-Kültürler arası etkileşim, bir toplumun zenginleşmesinin doğal bir sonucudur. Tıpkı kız alıp vermenin doğal olması gibi, dansların (folklorun) ve mutfak kültürünün de komşular arasında yayılması, alınması ve yeni yorumlar kazanması kaçınılmazdır.
Folklor ve Mutfak: Bir dansın ya da yemeğin menşei belli olmakla birlikte, ortak kültürün bir unsuru olarak benimsenmesi bir zenginliktir. Örneğin Galnış veya Cırdıngış gibi yemeklerin Türkiye’de Çeçen kimliğiyle yayılması, komşu Kafkas halklarının bunu kabul edip icra etmesi kadar doğaldır. Ancak, lezzetli olan her şeye tekelci bir ruhla “bize aittir” iddiasıyla yaklaşmak, kültürel etkileşimi zenginleştirmek yerine düşmanlığa dönüştürmektedir.
Geleneksel Sporlar: Erciyes’te yaşanan, Çerkes kızakları, kayakları olarak sunulan ve Çeçen tabiriyle Salızış olarak bilinen Çardak kızak/kayak etkinliğinde olduğu gibi, ortak kültüre ait ürünleri (kızaklar dahil), Çerkes adı ile tek bir etnik kimliğe atfetmek, etik açıdan sorunludur. Ortak mirasa sahip çıkmak, onu tek başına sahiplenmekle değil, ortaklaşa yaşatmakla mümkündür.
-Sürekli olarak bir etnik kimliğin “asaleti”ni vurgulayan ve kendini üstün gören anlayış, tarihsel ve mantıksal bir dayanağa sahip değildir. Genetik açıdan karışık bir insan popülasyonunda üstünlük aramak, Hitler’in üstün ırk görüşü gibi bilim dışı ve tehlikeli bir yoldur.
Bir toplumun değerini belirleyen, bireylerin genetiği değil, kolektif olarak geliştirdiği kültürel etik kodlardır.
Çerkeslerde Habze
Çeçenlerde Ğıllık ve Adat
gibi isimlerle anılan bu etik kurallar, saygı, görgü, onur ve karşılıklı sevgi üzerine inşa edilmiştir. Önemli olan, hangi isimle anıldığı değil, bu değerlerin kardeşlik hukukunu muhafaza etmek için ne kadar yaşatıldığıdır. Üstünlük iddia etmek yerine, bu etik değerleri koruma ve yaşatma dürtüsü öne çıkarılmalıdır.
-Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak herkesin bireysel siyasi düşüncesi olması doğaldır. Ancak, dernekler tüzel kişiliklerdir ve farklı görüşten insanları çatısı altında barındırır. Diasporadaki dernekçilik faaliyetlerinin temel amacı, dilin ve kültürün korunması, dayanışmanın sağlanması olmalıdır.
Dernek tüzel kişiliğinin siyasi görüşleri öne çıkararak mikro-siyasete malzeme edilmesi, farklı görüşteki üyeleri dışlar ve birleştirici kimliğini zedeler.
Türkiye’deki siyasi yapının doğası gereği, rekonstrüksiyon çabalarıyla dizayn edilmiş bir alanda, enerjimizi siyasi çekişmeler yerine, asıl tehlike olan dil ve kültürümüzün yok olma tehdidine odaklamalıyız.
Sonuç olarak kardeşlik hukuku ve ortak dava ülkümüz olmalıdır. Kafkasya diasporası olarak, varlığımızın teminatı olan kardeşlik hukukunu zedeleyecek söylem ve eylemlerden kaçınmak zorundayız. Küçük menfaatler uğruna büyük davayı, yani birlik ve kültürün korunması davasını feda etmemeliyiz.
Yanlış insana mahsustur; bu nedenle uyarılar anlayışla karşılanmalı, diyalog yoluyla birlik ve bütünlük ruhu korunmalıdır. Tüm bu tartışmaların odağında unutmamamız gereken en büyük sorun, dilimizin ve kültürümüzün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmasıdır.
Kardeşlik ve dayanışma ruhuyla ilerlemek ortak mirasımızı gelecek nesillere aktarmanın tek yoludur.
Hami ÖZDİL










