İstanbul Kafkas Çeçen Kültür Derneği Tarihçesine Sosyolojik Bakış


Bismihisubhanehu,
Rabbimize hamd, tertemiz Resulüne salat-u selam olsun.

İstanbul Kafkas Çeçen Kültür Derneği 30 yılı aşkın tarihinde birçok olay yaşadı. Derneğin kurulduğu dönemdeki üyelerin özellikleri, derneğin tanımı, ihtiyaçları ve faaliyetleri; süreç içerisinde ülkemizde ve atavatanda (Daymohk) yaşanan birçok siyasi, sosyolojik olaylarla farklılaştı. Cemiyetimiz yaşanan çok büyük tarihi olaylara rağmen varlığını devam ettirmeye, ülkemiz Çeçen&İnguşlarının (Vaynahk) ana temsilcisi olmaya devam etti. Bu sürecin gelecek nesillerimiz için kayıt altına alınması gerekmektedir. Bu yazı fakirin retrospektif olarak yazdığı kronolojik bir faaliyetler listesi ve dataların aktarımı değil, ortak bakış açımızı ve vicdani muhakemelerimizi ifade etme çabasıdır.
Derneğimizin tarihçesi ana başlıklarıyla tanımlanma ve kuruluş, savaş dönemi ve savaş sonrası normalleşme süreçleri olarak üç ana dönem olarak değerlendirilecektir.

1.Tanımlanma ve kuruluş;

Türkiye sosyolojisini etkileyen taşradan büyük şehirlere göç Çeçenleri de etkiledi. Genel olarak taşradan 1970’li yıllarda büyükşehirlere gelmeler başladı. Belirli bir yoğunlaşma olduktan sonra 1980’li yılların başlarında özellikle büyüğümüz Sayın Atıf Güney’in öncülüğü ile İstanbul Kocamustafapaşa’da toplantılar ve Çeçenlere ait bir sosyal gruplaşma olmaya başladı. Bir kooperatif kuruldu ancak devam edilemedi. Seksenli yılların sonuna ulaşıldığında bazı Çeçenlerin vefatlarında memleketlerindeki çeçen mezarlıklarına götürülememesi hepimizi tetikledi. Aksaray’da Çeçenlere ait işyerlerinde yapılan toplantılarla cemiyet hazırlığı başladı.
Genel olarak bu dönemde taşradan gelen, bir kısmı memur olan insanlarımızın ekonomik gücü yüksek değildi. Şehir ve metropol kültürüne de yabancıydılar. Ülkede de seksen ihtilali sonrası sivil topluma ve örgütlülüğe karşı ciddi dirençler vardı. Bütün dernekler emniyet teşkilatında dernekler masası adı altında bir bölümde ruhsatlandırılıyordu. Bu bölümde memur olarak çalışan sn. Mahmut Teke’nin emekleriyle ve birçok insanımızın maddi manevi katkılarıyla (Merhum Enver Özbay’ı burada yad etmek gerekir.) Aksaray’da bugün bulunan binamız satın alındı. Parasının belirli bir bölümü bile verilememişti ama çok önemli bir aşama kaydedilmişti. Birkaç yıl içerisinde o da ödenerek cemiyetimiz mülk sahibi oldu. Bütün bu süreçlerin yürütülmesinde kurucu başkanın. sn. Av. Abdurrahman Özdil ve sn. Ali Bolat’ın varlığı ve katkısı mutlaka ifade edilmesi gereken bir gerekliliktir.

Kafkas kökenli insanlar o dönemde Kuzey Kafkas Kültür Derneklerinde cemiyet olarak bulunuyorlar ve orada kendilerini ifade etmeye, sosyalleşmeye çalışıyorlardı. Genel olarak bu dernekler de öyle söylenmese bile Adige baskın, Çerkez cemiyetleriydi. Hala da öyle. Çeçen, Dağıstanlı, Abhaz, v.b. gibi etnisiteler Çerkez üst kimliği altındaki alt grupcuklar olarak ifade edilmek isteniyordu. ‘Hepimiz Çerkeziz’ çok sık duyulan bir cümleydi. Oysa bu tanımlama tarihi, fiili ve etnik gerçeklikle uyuşmuyordu. Doğru da değildi. Biz zaten onlara Çerkez diyorduk. Sonuçta hiç bir Çeçen Çerkez olmayı kabul etmedi. Bizlerin arasında bu mesele sadece aynı coğrafyayı paylaşan kardeş halklar tanımından ileri hiç gitmedi. Ayrıca, bu cemiyetlerde görece Çerkez sayısı fazlaydı. Zaten bizimkiler genel olarak taşradan gelme ve şehir hayatında yeniydiler. Oysa Çerkez toplumunda özellikle bir kesimde şehirlilik çok çok eski ve örgütlenme kültürü de gelişmişti. Bize çok yabancı gelen Çerkez hiyerarşik kast sistemi de bu cemiyetlerde o zaman da az çok etkiliydi. Bu da ciddi bir sosyal kırılma etmeniydi. Dolayısıyla Çeçenler kendilerini ifade edemiyor, cemiyetleri etkileyemiyor ve yön vermiyorlardı. Bütün bunlara ek olarak bu cemiyetlerin ciddi bir kısmı Türkiye’nin o zamanki siyasi atmosferinden etkilenerek yelpazenin solunda ya da sağında birtakım tavırlar içerisindeydiler. Oysa Çeçenlerin o dönemde tanım ve ihtiyaçları siyasi içerikli değil akrabalık, dayanışma, kültürün ve dilin korunması gibi daha apolitik talepleri içeriyordu. Sonuçta bunlar ve bunlara benzer bir takım nedenlerle Kuzey Kafkas Kültür Dernekleri insanımıza hitap edemedi ve ayrı bir cemiyet teşekkülü başladı. Bu cemiyetlerden de ayrı bir Çeçen cemiyetçiliğine yönelik açık negatif bir görüş ya da eleştiri de gelmedi. Bazı etnisiteler de bunu daha önce yapmışlar, kendi organizasyonlarını kurmuşlardı. Bizde yaptık ve her zaman komşu halkların bu cemiyetlerini sevgi, dostluk ve kardeşlik içerisinde gördük ve seviyeli ilişkilerimizi devam ettirdik. Kafkasya’da ve diasporada halklarımıza ait özgür ve huzurlu bir yaşamın beraberce, birliktelikten ve yardımlaşmaktan geçeceğini bilerek her türlü iletişim ve eşgüdüm çabalarımız devam ediyor.

Kendi tanımlarını yaparak cemiyetleşme yoluna giren Çeçen&İnguşlar o dönemde tarihten geldiği şekliyle kendilerini sadece Çeçen olarak tanımlamaktaydılar. Bütün tarihi belgeler, tarihi haritalar, halkın toplam tarih bilinci; alt aşiretler (tayp) barındıran bir üst isim olan Çeçen ve Çeçenistan kimliğini işaret ediyordu. Dünya da böyle tanıyor ve tanımlıyordu. SSCB döneminde özerk cumhuriyetin adının Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti olması içimizi biraz rahatsız etse de hem İnguşlar (Ğalğay) hem de biz tarafından önemsiz bir ayrıntı, etkisiz bir zorlama olarak görülmekteydi. Karşılıklı evlilikler, akrabalıklar vardı. Aynı coğrafyada dil ve tarih birliği, en önemlisi de toplam millet olma bilinci vardı. O zamanlar bizim; kasıtlı, düşünülmüş, profesyonel, ustaca hazırlanmış, çok uzun erimli bir emperyal bölme operasyonunun çok eskiden başladığı bilgisinden haberimiz yoktu. Atavatan ile ilişkiler güçlenince bizim ayrı kaldığımız yıllar ve nesillerin değişmesinden sonra Kafkasya’da bazı tanımların farklılaştırıldığını anladık. O dönemde Çardak Çeçenlerinin eniştesi, Beyşehir’li çok muhterem büyüğümüz Ğalğay Mustafa Beştoy’un ‘Bizi orada bölmüşler ama burada bölemeyecekler’ sözü hala hatırımdadır. Daha sonra atavatan ile artan ilişkiler sonrası bu olayı daha da ayrıntılı İnceledim. Aynı şekilde daha önceden Çeçenlerin de içerisinden Ekki isimli aşiretten de (tayp) ayrı bir halk olarak tanımlama çabaları olduğunu ancak birtakım nedenler ve özellikle küçük bile olsa bir coğrafi bölge tespit edilemediği için başarılamadığını öğrendim. Bugün hala Türkiye Diasporası Çeçenleri bütün vaynahk tanımını içinde alacak tanım, duygu ve davranışlar içerisinde yoluna devam etmektedir. Bu sebeple de derneğin ismi Kafkas Çeçen Kültür Derneği olarak tanımlanmıştır. Çeçen dendiği zaman biz toplam milletimizi anlamaktayız. Ne yazıktır ki daha sonradan bu kasıtlı proje ülkemizde de hayata geçirilmiş, camiamızın gözünden de kaçmamıştır.

İfade edilmesi gereken bir diğer husus da seksenli yıllarda Türk kimliği dışındaki diğer etnisitelerin isimlerini resmi belgelerde geçirmek çok mümkün olmadığıydı. Cemiyet ilk başta Kahramanmaraş İli Göksun İlçesi Çardak Nahiyesi Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği ismi ile açıldı. İlerleyen süreçte ülkemizde demokratik mekanizmaların güçlenmesi, örgütlülük ve kültürel renklerin olgunlukla karşılaması gibi gelişmeler sonucunda zaten yaşadığı topraklara tam olarak kendisini ait hisseden ve herhangi bir ayrımcılıkla hiçbir zaman karşılaşmayan Çeçenler de bu süreçten pozitif şekilde kendisini ve ülkenin kamu ve sosyal dokusunu yıpratmadan çıktı.

Derneğin ana teması; Çeçen kökenli insanları ekonomik, sosyal, siyasi, bütün ayrışmalardan uzakta, tamamıyla akrabalık, yardımlaşma, sosyal, kültürel gelişme ve milli kimliğinin korunmasına odaklanmak üzerineydi. Tanım, karar ve faaliyetler katılımcı ve çok seslilikle, uzlaşı ile yapıldı.
Bu dönemde birçok etkinlik, toplantı, buluşma geceleri, yurt içi ve yurt dışından diasporadan misafirler ağırlamalar gibi bir çok faaliyet yapıldı. Cemiyet insanlarımızın ihtiyaçlarına uygun bir modelde çalıştı.

2.Savaş yılları;

Glasnost ve perestroyka dönemi:

Türkiye değişirken ve insanlarımız büyükşehirlere adapte olurken çok önemli bir hadise olarak Sovyetler Birliği değişti. Ülkemiz Çeçenleri uzun bir aradan sonra yoğun olarak anavatandaki insanlarımızla giderek veya misafir ederek ilişkiler kurmaya başladı. Ancak ayrı geçen bu uzun süre her iki tarafı da çok farklılaştırılmıştı. Bu ortaya çıktı. Bizler Türkiye kültüründen etkilenmiş, onlarsa Rus kültürüyle yoğrulmuşlar ve sovyet silindirinden geçmişlerdi. En büyük çelişki de biz diaspora insanı olarak ölçüsüzce duygusal ve insani ilişki kurmaya çalışıyor, Daymohk insanı daha pragmatist, daha faydacı bir modelde hayata ve bizlere bakıyordu. Biz de onlara çok farklı geliyorduk.
Her şeye rağmen bu dönem derneğin öncülüğünde bir çok heyet görüşmesine, bir sürü faaliyete ve birçok ilke imza atılan çok güzel bir dönemdi. Çok duygusal ve etkileyici karşılaşmalar yaşandı.

Bağımsızlık İlanı ve Birinci Çeçen-Rus savaşı:

Her şey çok ani oldu. Egemenlik ilanı, arkasından Çeçenistan’ın self-determinasyon hakkı talebi ve yaşanan olaylar, Dudayev’in bir cumhurbaşkanı olarak seçilmesi ve arkasından savaş başlaması sanki bir film şeridi gibi hızlıca aktı. Bir kısım üyelerimizin Daymohktaki toplantılara ve bu olaylara katılması hepimizde büyük bir gurur ve heyecan oluşturdu. Türkiye’ye kaçırılan uçak ve benzer gemi kaçırılması olayı gibi eylemler hiçbirimiz tarafından derinlemesine analiz edilemedi. Özellikle savaşın başlaması ve benzeri olaylar Çardak kökenli bir Çeçen hemşehrimizin orada bakan seviyesinde görevlendirilmesi, sonra sıcak çatışmaların başlaması, bağımsızlık yanlısı direnişçilerin/savaşçıların boy boy resimleri hepimizi büyük bir milli dayanışmaya, bir yardım kampanyasına götürdü. Birçok gencimiz ve insanımız ana vatanı kurtarmak için kafkasya’ya, savaşa gitti. Dernek bünyesinde bir Çeçen Dayanışma Komitesi kuruldu. Maddi manevi yardım düşüncesiyle birçok hemşehrimiz gecesini gündüzüne katarak kavli ve fiili olarak çalıştılar. Bu dönem herhangi bir dini, ekonomik, siyasi ve sosyal sorgulamanın olmadığı bir zamandı. Zaten kimsenin aklına da böyle şeyler gelmedi. Komitemiz tam olarak bu işin merkeziydi. Komite ikincil bir hesapsız, çok güzel ve fedakarane çalıştı. Mücadele için, anavatandan gelerek destek arayanlar, bizim İçimizden çıkmış azimli çalışanlarla birlikte bir çırpıda bu günler geçti. Yavaş yavaş ülkemizde kafkasya’dan gelen her sosyal sınıftan, her siyasi görüşten atavatan insanları görülmeye başladı. Türkiye diasporası kapasitesinin üzerinde kendisine düşeni yapmıştı, yapmaya da hevesli idi.

Birinci savaş öncesinde İnguşetya’nın bağımsızlık yerine özellikle Osetler tarafından el konulan tarihi toprakları ile ilgili talepleri gibi nedenlerle federasyonu tercihi etmesi ile bizde reel olmayan hayal kırıklığı oldu. İlk cumhurbaşkanımızın şehadetiyle başlayan üzüntülerimizin Hasavyurt antlaşması sonrası yapılan seçimler ile azalmasını beklerken özellikle yeni başlayan dini radikalizm, eşzamanlı giden siyasi açmazlar ve başarısızlıklar karşısında her şeyin arzularımızdaki gibi olamayacağını gördük. Bu sıralarda içimizden iki hemşerimizin Çeçenistan’da fidye amaçlı kaçırılarak alıkonulması soru işaretleri daha da arttı.

Bütün bunlarla birlikte diaspora olarak bizler anavatandan gelen insanların toplumun her sosyal kesiminden belki de farklı ahlaki normlarda ve farklı siyasi eğilimleri olabileceğini düşünmeden ilişki kurmaya çalışmış, ancak bu iletişimlerdeki suistimaller, karşılıklı hatalar ve yanlışlıklardan sonra hayal kırıklığı ile daha gerçekçi zeminlerde bir diyalog arayışına kaymaya başlamıştık. Bu da bizim için önemli bir gelişmeydi

İkinci Çeçen Rus Savaşı ve Hüsran

Sadece hamaset ve sevgi ile anavatanına bakan bizler bu dönemde uzayan savaşın zorluklarını, halka getirdiği acıları ve düşünsel olarak uçlara savrulmuş insanları gördükçe cemiyetimizin pozisyonunu, yapabilirliklerimiz ile ilişkili birçok tartışmayı kendi içimizde yaşadık.

İkinci savaşta; milli bir özgürlük hareketi olan Çeçen direnişi ve bağımsızlık mücadelesinin normal mütedeyyin insan ve cemiyet/cemaatlarının bile çok ötesinde bir kısmı körfezden ve diğer Arap ülkelerinden hatta Afganistan’dan gelen radikal dini gruplar tarafından suistimal edildiğini, çözümsüz ve amaçsız bir din savaşı haline getirilmeye başlağını görüyorduk. Esmer tenli, uzun saçları sakallarına karışmış Çeçen kimliği ve kültürü ile hiçbir ilişkisi bulunmayan kişilerin resimleri, az çok iyi bildiğimiz aşırı cihadist söylemleri bizi çok rahatsız etti. Anavatanda da bir çok insan rahatsız olmuştu. Duyuyorduk. Anlıyorduk. Bunların Daymohktaki yerel direnişçilerin de bir kısmını transforme etmeye başladılar. Bunu engelleyemedik. Çeçenistan’daki bazen direk diyaloglarla yaşadığımız, işittiğimiz bazen da yazılı ve görsel basında gördüğümüz birçok kabul edemeyeceğimiz davranışlar cemiyeti birinci savaşta olan pozisyonundan daha farklı bir yere doğru itti. Moskova tiyatro baskını, Beslan katliamı gibi çok önemli trajediler bakışımızı netleştirdi. Bu ilk savaşta yaşadığımızla aynı şey değildi. Daymohk insanları da aynı çelişkileri yaşıyordu. Sosyal kırılmalar orada da yoğun olarak olmuştu. Duyuyor, görüyorduk, anlıyorduk.

Bu dönemde savaşın fırsatçıları da oluşmuştu. Burada ve anavatanda bir takım insanlar ve sosyal gruplar ekonomik ve/veya itibar amaçlı bu mücadeleyi suistimal etmeye başlamıştı. Özellikle öncesinde Kafkasya ve Çeçenistan ile hemen hiçbir ilgisi olmayan birtakım insanlar ve cemiyetler ön plana geçmiş, bizim davamızdan dolayı yakaladıkları büyük ekonomik rant ve imkânlarla kendi düşünce ve siyasi hedefleri için biz diaspora insanlarımızın bir kısmını dahi kullanarak faaliyet gösteriyorlar, savaştan besleniyorlardı. Bunun en önemli nedeni bizler gerektiği kadar organize ve güçlü değildik. Bir alan boşsa orayı başkası sahipleniyordu. Öyle de oldu. Bizim dolduramadığımız yeri başkaları doldurdu. Biz inisiyatifleri elde tutmayı başaramadık. Bütün yetersizliklerimize rağmen o günün şartlarında ele geçen bütün insani kaynaklar, maddi ve manevi bütün birikimler milli dava için harcandı. İnsanımız ve cemiyetimiz yararına sürdürülebilirlik için dahi olsa hiçbir şey biriktirilmedi. Derneğimiz iki büyük savaşın sürecine de hangi ekonomik şartlarda girdiyse aynı şekilde çıktı. Bu savaşlardan maddi olarak faydalanmadı. Bu çalkantılı dönemde dernekte aktif olarak sorumluluk ve risk alan dernek yöneticileri cemiyetimizi uçlara savrulmaktan korumuşlar, her türlü ekonomik ve siyasi suistimali engelleyerek cemiyeti tertemiz bir şekilde muhafaza etmişlerdir. Milli mücadeleye de azami destek vermişlerdir.

Bu dönemde bizim davamızla (güya) ilgilenen ve yardım ekseninde bulunan başka cemiyetler süreçte öncesinde hiçbir ekonomik güçleri olmayan basit yapılar şeklindeyken maddi birer deve, kocaman kurumsal yapılara dönüştüler. Ya Hasib Celle Celaluhu.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً …Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır.” (Nisa, 86)

Bağımsız bir devlet olabilmek için gerekli olan jeopolitik imkanlar, insan kaynağı, bilgi birikimi, toplumsal tecrübe, fiziki kuvvetin olmadığı, çok çok özel siyasi fırsatların değerlendirilemediği gibi birçok gerçeklik ortaya çıktı. Başarılı olunamamış, savaş kaybedilmişti. Cemiyetimiz insanları bunu gördü. Daha fazla bu yönde çabanın bize ve Daymohka katkı sağlamadığını anladık. Ancak bu dönemde maalesef gördüğümüz doğruları ve riskleri Türkiye toplumuna ve bütün kamuoyuna anlatamadık. İş bizim kapasitemizin üzerinde bir cesamette ve çok boyutluydu. Sonuçta cemiyet bir nevi içine çekildi.

Bu dönemde Çeçenistan’dan gelen yaralıların barınma, bakım ve tedavisi için yapılanlar dışında, İstanbul’da oluşmuş üç adet mülteci kampı (Fenerbahçe, Ümraniye ve Beykoz semtlerinde) ve bunun dışında sağa sola savrulmuş yüzlerce insanın yolu derneğimizin ve cemiyetin kurduğu komitenin yanından geçti.

Her iki savaş döneminde yapılan birçok miting, etkinlik, yardım nokta ve masaları, birçok yerde yapılan kermesler, değişik siyasi, sosyal gruplara yapılan konuşmalar, defalarca yapılan Anadolu turları ayrıca incelenmesi ve yazılması gereken faaliyetlerimizdi. Bunlar cemiyetin bir çok bireyinde yüzlerce acı, tatlı, buruk hatıra olarak yer aldı. Yeniden hatırlanarak yazılmasını bekliyor.

3. Normalleşme;

Çeçenistan’da savaşın bitmesi ve siyasi stabilizasyonun tamamlanmasıyla diaspora ve anavatan ilişkileri aynı hızda normalize olamadı. Doğal olarak diasporalar daha duygusaldı ve reel değildi. Ülkemizde de Çeçenistan İle ilişkili siyasi ve sosyal algılar özellikle genel olarak ikinci savaş döneminde fırsatçı siyasi ve dini grupların etkisine ve yönlendirmesine geçmişti. Bunlar da ele geçirdikleri rantları bırakmaya hevesli değillerdi. İnsanımız da tarihi arzularına ulaşamamanın ve yenilginin moral bozukluğu ile yorulmuştu.

Özellikle 2009 yılında derneğimizde yapılan toplantılar ve fikir istişareleri o zamanki dernek yönetiminin büyük bir feraset, basiret ve kararlılıkla inisiyatif ve risk alması ile sonuçlandı. Halihazırda genel olarak mütedeyyin bir tabana dayanan dernek camiasının dini radikalizm ile ilgili tavrı çok belliydi zaten. Ancak siyasi radikalizm; yani reel gerçeklikle uyuşmayan siyasi söylemler ve tutumlar karşısında camiadan birtakım çatlak sesler çıksa da fiili siyasi gerçekliklere karşı empatisiz, katı ve toleranssız tutumların diaspora ile anavatan ilişkisini zedelediği, Daymohk ve bizler için anlamsız ve kazanımsız olduğu düşünmeye başladık. Derneğimizde genele açık çağrılar sonrası yapılan bir seri toplantı oldu. Yönetim kurulumuz tarafından belirlenen kişilerle Çeçenistan’a resmi bir ziyaret yapılması, edinilen gözlemlere göre cemiyetimizin tutumunun belirlenmesine karar verildi. Heyet gitti. Dönüşte bütün gözlemlerini ve değerlendirmelerini Çeçen kamuoyuyla paylaştı. Bu dönemde, bu ziyaret ekseninde yapılan eleştiriler ve değişik mahfillerce üretilen imza kampanyaları bile cemiyetimizi doğruların peşinde ve milletinin yararında bir inisiyatif olmaktan döndüremedi. Cemiyetin haklılığı zaten ortadaydı. Zaman da bunu ispat etti.

Bu dönem ülkemizde işlenen sıralı siyasi menfur suikastlerin bizi ve süreci negatif etkilemesine rağmen bu tutum devam ettirildi.

Bu aralarda derneğimizin özellikle talep etmesiyle Ankara’da tüm Türkiye Çeçen diasporasının temsilcilerin katıldığı benim de aile büyüğüm sn. Niyazi GÜNEY’in başkanlığında bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda bireysel ve kurumsal katılımcıların bütün şiddetli itirazlarına rağmen İstanbul heyeti normalleşmeyi ve cemiyetlerimizi asli yerlerine çekmeyi ısrarla ve her şeye rağmen yine savundu. Bu toplantı; ülkemiz Çeçen diasporasında derneğimizin öncü ferasetini ve tecrübesini ortaya koyan çok önemli bir delil oldu. Sonrasında derneğimizin konu ile ilgili yazdığı ve yayınladığı sonuç değerlendirme metni bugün bile değerini korumaktadır. Burada özellikle Ali Bolat büyüğümüzün feraseti hepimizi aydınlatmıştır.

Normalleşme dönemlerinde yaptığımız gözlemler ve karşılıklı iletişimler sonucunda diasporada olan bizler için atavatan’da olan insan kaynakları ve kültürel birikimlerin cemiyetimizin temel hedefi olan varlığımızın devam ettirilmesi ve kültürümüzün korunması için çok büyük fırsat olduğu tarafımızca görüldü. Ancak anavatandan gelecek güçlü desteklerle zamana ve şartlara direnebileceğimiz konusunda ortak bir konsensus oluştu.
Bu arada derneğimiz kurduğu internet sitesi ve sosyal medya grupları ile normalleşmeye yönelik bir çok adım attı. Aramızda bulunan bir hemşehrimizin çok değerli bir derleme eseri bastırılarak kültür hayatımıza çok önemli başlangıç yapıldı. Buluşma toplantıları, dil kursu, piknikler ve benzeri birçok organizasyon ile normal cemiyet hayatı başlatıldı. Daymohka yapılan geziler, kendi içimizden ve savaş muhacirlerinden ihtiyaç sahiplerine yardım, yetimlere yönelik faaliyetler, öğrencilere yönelik çalışmalar, değişik nedenlerle Kafkasya’ya götürülemeyen cenazelerinin ülkemizde bulunan Çeçen mezarlıklarına gömülmesine kadar Çeçen geleneği ve örfüne (ğıllık) uygun faaliyetleriyle cemiyet yoluna devam etti.

Yaşanan bu uzun dönem ve çok farklılaşmış süreçlere rağmen istişarelere dayalı çoklu katılımcılıkla, asli yerinde duran cemiyetimizin gelecekte de yeni nesillerimize hizmet edeceğine ait umudumuz devam etmektedir. Zaman her şeye gebedir. Küçülen dünyada modernizmin bütün saldırılarına karşı ülkemiz Çeçenleri ancak iyi örgütlülük ve güçlü bir atavatanın imkânlarıyla varlıklarını devam ettirebileceklerdir.

Başakşehir/istanbul
2020.05.10

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir