Çeçenya 2010 – 4
-4-
“GÖZLEM ve DÜŞÜNCELER”
10 Ekim 2010 tarihinde Çeçenya’ya yıllar sonra yeniden gitme mutluluğunu ve fırsatını yakaladık. 1993 yılında en son ziyaretimden sonra gerçekleşen olayları dışarıdan takip edebilmiştim. Çeçen tarihinin en destansı olaylarının da yer aldığı bir o kadar da karışık, kanlı ve karanlık dönemini oluşturarak geçen ve günümüze ulaşan bir dönemden sonra Çeçenya’yı yeniden görmek en azından benim için çok aydınlatıcı olmuştur.
“Bazen, insan olarak inandığımız düşünceleri kolayca değiştirmeye pek meyilli olmayız. Özellikle duyumlara dayanarak oluşan fikirlere rampa ettiğimiz düşüncelerimiz zamanla kemikleşerek adeta “inanç”larımıza dönüşür-karışır. Hatta düşüncelerimizin karşıtı olan aksine söylemlere kulağımızı ve gönlümüzü inatçı bir katılıkla kapatabiliriz. Ama bu tür, içimizde, gönül ve akıl dünyamızda özenle muhafaza ettiğimiz bazı düşüncelerimiz yanlış olabilir. Bu tür bir yanlışlığı kolayca görüp kabullenemediğimiz gibi kavramları ve olayları birbirine karıştırarak, çarpık bir fikir senaryosu geliştirip mevcut fikirlerimizi ısrarla savunabiliriz. Bu savunma yazılı veya sözlü olarak aleni bir hal almışsa içine karışan “gurur” faktörüyle inat dozu daha da artabilir. Birçoğumuz ise bu süreci fikirlerini saklayarak sadece kendi muhayyilesinde yaşadığından zaman içerisinde oluşan değişimleri kolayca yeni düşüncesi haline dönüştürür. Ama “vicdan” dediğimiz şey insani değerlerimiz içinde gerçekler karşısında en cesur olan yanımızdır. Eğer bu yönümüzden yükselen seslere kulağımızı ve gönlümüzü kapatmamışsak vicdanımız her zaman doğrudan yana olacaktır.”
Bu düşünceler içerisinde Çeçenya’nın bugünü gibi çetrefilli bir konu hakkında konuşmak öyle sanıyorum ki tanımadığım insanlar kadar birçok dostumu, kardeşimi, arkadaşımı da rahatsız edecektir. Çeçenya’da kişisel gözlemlerimle ilgili yapacağım açıklamalar, bazı dostlar tarafından sıkı bir şekilde karşı çıktıkları “son zamanlarda sıkça sarf edilen bazı ifadelere” de benzetilebilir. Ama içtenlikle söylemem gerekir ki, “Çeçenya’nın Bugünü”nü görebilmemiz ve anlayabilmemiz için; Kavramları birbirine karıştırmadan “dün yaşanılanların hesabını sorma ve öcünü alma düşüncesini” bir kenara bırakarak, olaylara duyan değil- gören gözlerle bakarak, vicdanımızın sesine de kulak vererek, tarafsız ve saf bir yapılanma içerisine girmemiz elzemdir.
Çeçenya gezisi, daha önceki yıllarda oluşan ve şimdi baktığımda “ön yargılarım” olarak gördüğüm birçok düşüncemin yıkılmasına ve değişmesine neden oldu. Bu nedenle gözlemlere dayanan yorumlarda bu önyargılara da değinilecektir.
GÖZLEM: 2010 Ekim ayında Çeçenya’da savaşın ve yıkımların izleri hızla ortadan kaldırılmakta, Grozniy modern ve temiz bir şehir olma yolunda hızla ilerlemekte idi. Ülke özellikle Grozniy’deki Osmanlı tarzı camileriyle, gökdelenleriyle, geniş cadde ve villalarıyla hızlı bir imar ve yapılanma içerisine girmişti.
Çeçenya’da özellikle Türk firmalarının ve işçilerinin yürüttüğü yoğun bir inşa faaliyeti devam etmektedir. Şehir ve kasabalarda da durum aynıdır. Ülkeyi yöneten-yönetenler kim ve ne olursa olsun Çeçenya, savaşın yıkıntılarından, kurşun izleriyle dolu harabe görüntülerinden kurtularak hızla imarlaşmaktadır. Bu imarlaşma öyle sanıldığı gibi sadece görüntüyü kamufle etmeye yönelik paravan kısımlardan ibaret değildir. Bizzat gördüğümüz, arka sokaklar da dahil olmak üzere bir ülke tüm üst ve altyapısıyla hızla yenilenmektedir. Bu gerçek asla küçümsenecek bir konu değildir. Bu tür imar ve inşa çalışmalarının ne derece zor olduğunu yeniden idrak etmek için, şöyle çevremize yaşadığımız kentlere bir bakmak yeterli olur sanıyorum.
Ayrıca Çeçenya’nın yeniden imar ve inşa bedeli olan kaynağın nereden geldiği üzerine kafa yormak ve konuyu sadece bu bağlamda düşünmek yerine, ülkenin savaştan kalan toz, çamur, kan ve barut kokusundan sıyrılarak insanca yaşama uygun bir hale büründüğünü görmenin sevincini yaşamak daha doğru olur diye düşünüyorum.
Çeçenya denilince; Artık gözü yaşlı annelerin, sakat çocukların, saçı sakalı birbirine karışmış perişan insan manzaralarının, kurşun izleri ile kaplı yıkık duvarlı şehir görüntülerinin gözümüzün önüne gelmesi yerine; Göğe yükselen minareleriyle yeni yapılan mabetleri, imar edilmiş modern yapıları, tertemiz caddelerinde pırıl pırıl insanlarının yürüdüğü, parklarında çocukların sevinçle oynadığı görüntüleri görmek-görmeye başlamak ne kadar güzel bir duygu! Hasret kalınan bu gelişmeleri görmek yerine; Yapılan o güzelim camilere “Mescid-i Dırar” yakıştırması yaparak, içindeki insanları da münafıklıkla-hainlikle-kafirlikle suçlamak ne kadar büyük bir haksızlık ve ne kadar büyük bir vebal!
Şüphesiz ki, Çeçenya’nın geçmişte yaşadıklarını, insanlarının din ve vatan için yaptığı çabalarını, bu uğurda verdiği şehitlerini, destansı mücadeleyi unutmak mümkün değildir. Bu toplumda kimsenin de bu yönde unutma ve unutturma çabası olamaz. Olsa bile asla başarıya ulaşamaz. Ancak “DÜN” ü unutturmamak adına “BUGÜN” ün geçmişte yaşanılanlar için gözden çıkarılıp kurban edilmemesi gerekir. Unutulmamalıdır ki; Bugün o ülkede yaşayan insanlar (hani münafıklık, hainlik ve hatta kafirlikle “suçladığınız”) o “DÜN” ün badiresini yaşamış ve o destansı mücadeleyi vermiş “Gazi”lerden de oluşmaktadır (ve bunda şüphe yoktur). Bizler (Türkiye vatandaşı tüm Çeçenler; büyüğümüzle küçüğümüzle, okumuşumuzla, üst düzey insanlarımızla, üniversitelimiz, dernekçimiz ve esnafımızla) artık “Çeçenya hakkında” ağzımızdan çıkanları, gönlümüzden geçenleri tartarak konuşmak ve düşünmek zorundayız. Demagojilerle beslenen, içinde öngörünün kırıntısı bile olmayan (özellikle ve neredeyse sadece Rus düşmanlığı üzerine inşa edilmiş ve şövenist yönü açıkça sırıtan) iptidai ve hastalıklı düşüncelerden kendimizi arındırmak zorundayız. Türkiye’de yaşayan ve Türkiye vatandaşı “Çeçenler” olarak “Çeçenya” hakkında yapacağımız tüm yorumlarda ve oluşturacağımız fikirlerde, söylemlerde, eylemlerde ana eksen olarak “Çeçenya’da yaşayan” insanları düşünerek hareket etmek zorunluluğunu mutlaka idrak etmeliyiz.
Türkiye’de yaşayan ve Türkiye vatandaşı “Çeçenler” olarak üzerinde konuşmamız gereken konular ve çözümlenmesi gereken sorunlarımız mutlaka bulunmaktadır. Bunları çözme çabası içine girmek yerine, zaten çok az olan güç ve mesaimizi adeta “hariçten gazel okuyarak” Çeçenya üzerine (üstelik de bir Türkiye vatandaşı olarak bizleri öncelikli olarak hiç te ilgilendirmeyen Çeçenya’nın politik ve siyasi iç meseleleri üzerine) yoğunlaştırmak en azından şu an için abes-i iştigalden başka bir şey değildir. (Böyle bir iddia için sadece iki durum hariç tutulabilir. 1. Siyaset bilimi ile uğraşıyor olmak ve alan olarak Çeçenya’yı incelemek. 2. Çeçenya’ya yerleşerek o ülkede yaşıyor olmak)
GÖZLEM: 2010 Ekim ayında Çeçenya’da Rus askerine tesadüf etmedim. Sadece, Grozniy havaalanında “Rus Sınır Muhafızları” bulunmaktaydı. (Bu konu yetkililere sorulduğunda Çeçenya’da “savaştan kalma mayınları temizlemekle görevli” Rus Askerlerinden oluşan ve Çeçenya Başkanına bağlı üç garnizon bulunduğunu söylediler) Ülkenin güvenliği tamamen Çeçenlerden oluşan emniyet ve askeri güçler tarafından sağlanmaktaydı.
Bir ülkenin işgal altında olduğunun göstergelerinden birisi, o ülkede yabancı askerlerin ve güvenlik güçlerinin her köşe başını tutmuş olmasıdır. İşgal, aynı zamanda gizli veya açık bir savaş ortamıdır. Çeçenya’daki gözlemlerimizde böyle bir işgalden söz etmemizi gerektirecek bir durumla karşılaşılmamıştır. Ülkede sadece Çeçen ve Çeçenistan vatandaşı olan (Kumuk vb.) asker ve güvenlik güçleri bulunmaktadır. Rusya’nın diğer bölgelerinden askerlik yapmak üzere bu ülkeye gönderilen “savaştan kalan mayınları temizlemekle görevli” askeri birlikler kendi üslerinde konuşlandırılmışlardır.
İŞGAL gerçekte “işgal”e yüklediğimiz anlamla da yakından ilgilidir. Öncelikle “İşgal” kavramı ile “Bağımsızlık” kavramı birbiriyle iç içedir. Genel anlamıyla İşgalin olduğu yerde bağımsızlıktan söz edilemez. Eğer işgal den kasıt “Bağımsızlığı ayaklar altına alınmış bir ülke” ise bugünkü Çeçenya için bu ifade gerçeklerden uzak, yanlış bir yargıdan öteye gitmeyecektir.
Bu konuyu daha doğrulara yakın bir şekilde tahlil etmek gerekirse “Bağısızlık” kavramı üzerine de yeniden düşünmek ve salim bir kafayla bu kavramın günümüzdeki gerçek anlamını idrak etmek gereklidir. Artık “Bağımsızlık” kavramı günümüz dünyasında çok farklı bir çehreye ve gerçekliğe bürünmüştür. 1940’lı yılların klasik bağımsızlık anlayışı veya genel kabul görürü, hızla “globalleşen” dünyada birçok açıdan tümden değişime uğramıştır. Bu anlamda 1940’lı yılların “bağımsızlık” kriterlerine bakılarak, günümüz “Çeçenya” sının içinde bulunduğu mevcut halin anlaşılması veya tahlili mümkün değildir. Hatta, Dünyada var olan tüm devletleri bu kriterlerle yeniden incelemiş olsak belki de sadece iki üç ülke “Bağımsız” olarak adlandırılabilir. Değişen kriterlerden birisi olan “ekonomik olarak bağımsızlık” birçok ülke için artık söz konusu değildir. Yine “bayrak”, “milli marş” gibi simgesel normlarda da anlam ve uygulamalar değişmiştir. Artık birçok “bağımsız kabul edilen” ülkenin milli bayraklarının üzerinde başka ülkelerle oluşturulan “zorunlu birlikteliklerin” ortak bayrağı dalgalanmaktadır. Her şeyden önce artık tüm devletler birbirleriyle, ticari, siyasi ve kültürel açılardan bağımlı hale gelmiştir. Genel anlamıyla günümüzde bir ülkede insanlar, sınırları çizilmiş topraklar üzerinde yaşıyorlarsa, kendi anadillerinde yayın ve eğitim yapabiliyorsa, kendi siyasi ve devlet yapılanmasını oluşturmuşsa, kendi silahlı güçlerine sahipse, insanları bir şekilde kendi kültürünü yaşatıp, ibadetlerini yapabiliyorsa ve günlük yaşantılarına sorunsuzca devam edebiliyorsa, ülke kendi doğal kaynaklarından yararlanıyorsa o ülkenin bağımsız olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Çeçenya, saydığımız tüm bu özelliklere sahiptir diyebiliriz.
Mevcut haliyle, yakın zamanda iki korkunç savaş yaşayan, toprakları yerle bir olan ve nüfusunun üçte birini kaybeden bir toplum, yıllarca savaştığı Rusya gibi süper güçle “barış”arak tüm bu yapılanmalara ve kriterlere sahip olabilmişse, insanlarını da bu ortama kavuşturabilmişse; bu ortama “İŞGAL ALTINDA” demek yanlıştır ve bu ithamı sürdürmek insafsızlık olur.
Ülkede var olan siyasi rejimin kendi gizli silahlı güçlerinden oluşan yapısını ne derece oluşturduğunu ise bilmek mümkün değildir. Ancak gözlemlediğimiz Çeçenya, insanların fişlendiği, güpegündüz insanların evlerinden alındığı, işkencelerin ve suikastların yapıldığı huzursuz bir ülke görüntüsünden uzaktı. Bunu belirtiyor olmak rejimin bu tür karanlık yönü olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu tür eylemleri payanda yaparak bir ülkenin mevcut durumu hakkında genelleme yapmanın yanlış olacağı da bir gerçektir. Genelde insan hakları bağlamında ele alınması gereken bu tür olumsuzluklar, ülkenin medenileşme ve demokratikleşme süreciyle aşılabilir ve tüm ülkeler farklı boyutlarda aynı sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır.
GÖZLEM: 2010 Ekim ayında Çeçenya’da “Savaştan çıkmış bir toplum olduğuna asla inanılamayacak şekilde” sokaktaki insan normal yaşantılarına dönmüştü ve herhangi bir korku ortamının izi bile yoktu. Bu gözlem sadece Grozniy sokaklarında veya Pazar yerlerinde değil, misafir olarak gidilen kasabalarda da tespit edilmiştir.
Çeçenya’da yaşayan insanlar yıllarca biriken özlemlerinin ardından normal bir yaşantıya kavuşmuş durumdadır. Hiçbir insan kendisine yapılanları unutmaz. Savaşın ve yıkımın en acısını görmüş bir toplumun, yılgınlık, bıkkınlık ve çaresizlik batağından kurtularak hayata sıkı sıkıya sarılması en azından takdir gerektirir. O toprakların uzağında yaşayan insanlar olarak bu takdiri vermek yerine, “geçmişte yaşanılanları gündemde tutarak” acılarla dolu ortamın sürekliliğine de hizmet etmekten vazgeçmemizin vakti gelmiş ve geçmektedir. Şurası bir gerçektir ki; Çeçen halkı olarak Çeçenya’da yaşayanlar en büyük acıları görenlerdir. Bu gerçeği unuttuğumuz ve gözden kaçırdığımız sürece Çeçenya hakkındaki tüm düşüncelerimiz pervasız ve hastalıklı olacak, yanlış ve haksız inanışlarımız ise bizleri gaflet içine sürükleyecektir.
Çeçen asıllı Türkiye vatandaşları olarak içinde yer almadığımız ve yaşamadığımız bir rejim hakkında, “Çeçenya’da Çeçen halkının iradesi dışında oluşturulmuş “KUKLA” bir yapılanma olduğundan bahsetmek” gerçekte bilinçsizce de olsa “ÇEÇENYA HALKINI AŞAĞILAMAK ve KÜÇÜK GÖRMEK” ten başka bir şey değildir. Çeçenya halkı inanmadığı kukla bir yönetime boyun eğecek kadar aciz ve sindirilmiş değildir. Dışarıdan, kimilerince kukla olarak itham edilen yönetime ülkenin büyük bir çoğunluğu inanmış ve biat etmiş görünmektedir. Tabi ki muhalif bir kitle de olacaktır. Bu demokratik yapılanmalarda kaçınılmazdır. Çeçenya dışında yaşayan çeçen asıllı insanların oy hakkı olmadığı bir yapılanma içerisinde kendilerine iktidar yanlısı ya da muhalefet olarak bir rol biçmesi ise hiçbir anlam taşımaz. Çünkü sadece “aynı kanı” taşıyor olmak “Çeçenya’nın iç politikası ve siyasetinin yönlendirilmesi” üzerinde hak iddia etmek için yeterli bir karine teşkil etmez. Evet, Çeçenya’daki kardeşlerimizle aynı duygusallığa, asabiyete ve kültürel yapıya sahibiz “biz” ve “onlar” asla değiliz, Ancak; VATANDAŞLIĞIMIZIN AYRI olması gerçeğini hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Bu ayrılık dolayısıyla içimizden geçen bazı düşüncelerimizi kendimize saklamak zorundayız. Üzerimize vazife olmayan konularda konuşmak “biz” ve “onlar” ayrımına sebep olacaktır. Yine bir gerçek olarak şu tespiti yapmamız gerekir: Çeçenya’da yaşayan insanlardan daha fazla Çeçen değiliz. Türkiye vatandaşı çeçen asıllı bir insanlar olarak; Üzerinde yaşadıkları toprakların mevcut gerçeklerinden ve mecburi şartlarından yararlanarak, (isterse düzmece seçimlerle gerçekleşmiş olsun) en azından kısmi de olsa bir barış ortamında yaşayan Çeçenya’daki insanların “iradelerine” saygılı olmak zorundayız. O ülkede yaşanılanları kendimize uygun hale getirme gibi asla oluşamayacak bir çaba içine girme yerine, içinde yaşayanların yanında olmalıyız. Çeçenya’ya “Kişisel Birikimlerimizi” de ulaştıracağımız ziyaretler yaparak yerinde gözlemler yapmalıyız. Önyargılardan arınarak düşüncelerimizi berraklaştırmalıyız. Öncelikle, Çeçenya’da ki hiçbir insana düşmanca davranma, gıyabında hakaret etme, küfretme hakkımız olmadığını, bunun en azından insani bir ayıp ve utanılacak bir cehalet olduğunu mutlaka anlamalıyız. Türkiye’de yaşayan bir vatandaş olarak bunun aksine gereksiz bir çaba içerisine girilmesinin ise, inanın kişiye halet-i ruhiye bozukluğundan başka hiç bir getirisi olmayacaktır.
GÖZLEM: 2010 Ekim ayında Çeçenya’da ziyaret edilen resmi kurumların devlet ciddiyetine yakışır bir yapılanma içinde oldukları ve birkaç dil bilen genç nüfusun dinamik olarak aktif biçimde ülkenin yönetiminde yer aldıkları gözlemlenmiştir.
Bir ülkenin resmi kurumlarındaki ciddiyet ve nizam aynı zamanda devletin yapılandığının da somut bir göstergesidir. Çeçenya’da halen 1993’lü yıllardan itibaren rahmetli Dudayev tarafından veya kendi çabalarıyla çeşitli ülkelere giderek yüksek öğrenim gören anadil ve Rusça dışında Türkçe, Arapça, İngilizce, Almanca vb. bilen genç ve dinamik bir nesil görev başındadır. Bu gençlerin birçoğu savaş tecrübesi olan inançlı gazidir, din eğitimi de almış aydın insanlardır. Bazılarıyla tanışmış olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Türkiye’de yaşayan çeçen asıllı bazı dost ve kardeşlerimin önyargılarından arınarak o topraklara ayak basmalarını ve o insanlarla tanışmasını ne kadar isterdim!
GÖZLEM: 2010 Ekim ayında Çeçenya’da “Çeçen Kültürü”nün yaşatılmasına yönelik ciddi bir anlayış olduğu gözlemlenmiştir. Öncelikle çeçen dilinin yaşatıldığı, insanların kendi değerlerini ve kültürel öğelerini ön plana çıkarma çabasında oldukları gözlemlenmiştir.
Çeçenya’da yaşanılan gelişmelerde en belirgin unsurlardan birisi de Çeçen Kültürünün yaşatılmasına yönelik çalışmalardır. Bu konuda kültürün hemen her alanında yoğun çalışmaların olması büyük bir gelişmedir. Vaynah halkoyunları ekibinin eski elemanlarından olan kültür bakanı Muzakaev çok sayıda kültür projesini hayata geçirmiş ve bir çoğunu geçirmeye de devam etmektedir. Çeçen halkının yıllar sonra savaş ve yıkım ortamından uzaklaşarak kendi kültürünü ve sanatını da geliştirdiği (kısacası nefes alabildiği) günlere ulaştığını görmek çok sevindiricidir.
Bu konuda Türkiye’den, Çeçenya için yapmamız gereken en önemli ve öncelikli katkı, 150 yıl önce büyük dedelerimiz tarafından Anadoluya getirilen ve muhafaza edilen milli değerlerimizi tespit edilerek hem kendi özel alanlarımızda yaşatmaya çalışmak, hem de savaşın yıkıntılarından sıyrılarak medeni tüm toplumlar gibi kendi öz değerlerine de sahip çıkma çabası içine giren Çeçenya’ya ulaştırmaktır.
(devam edecek)